Dünya Sağlık Örgütü’nün
araştırmasına göre; dünyada kişilerin işlevsellik kaybına en çok yol açan on
hastalıktan beşini psikiyatrik hastalıklar oluşturmaktadır. Yine Dünya Sağlık
Örgütü; Sağlıklı insan; bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam bir iyilik
halidir, diyor.
Zorunlu,
gönüllü olarak evlerde karantina altında bulunduğumuz bugünlerde ruh
sağlığımızı nasıl koruyabiliriz?
Ekonomik
koşulların ağırlaşması ile geçim derdi ve yarın kaygılarının yanında Dünya
Sağlık Örgütü (DSÖ), pandemi ilan edilen ve dünyanın birçok ülkesinde toplu ölümlere
yol açan yeni tip koronavirüsle mücadelede, ruh sağlığının korunmasına dikkat
çekiyor.
Bu
dönemde yaşanan en yaygın duygular, korku ve kaygılardır, virüs hastalığının ve
sonuçlarına ilişkin korkulara ek olarak, günlük yaşam biçiminde oluşan ani
değişim ve belirsizliğin de kaygılarımızı artırdı. Karantina süreçleri
sırasında kaygılı, öfkeli, çaresiz, tükenmiş, çökkün hissedebiliriz.
Koronavirüsün
ruh sağlığımızı olumsuz etkilememesi için neler yapılmalı?
Güvenilir
kaynaklardan bilgi almalıyız.
Belirli
düzeyde korku ve kaygının hissedilmesi çok normal bir tepki, sağlığımızı
korumaya yönelik etkisinin bulunması ancak bu duygular çok artarsa işlevsel
olmaktan çıkıp irrasyonel değerlendirmelere ve davranışlara neden olabilir. Böylesi
bir kaygının yaşanmaması için sosyal veya görsel medyadaki kirli ve karmaşık
yayınlanan bilgilerden değil, güvenilir kaynaklardan alınması önem taşıyor.
Zira bilgi
alma süresi kontrol edilmeli, sürekli salgınla ilgili bombardıman halinde yayın
yapan haber kanallarını izlemek, sosyal medyayı takip etmek ruh sağlığı üzerinde
olumsuz etki yaratacağından bu, günde bir ya da iki kez olacak şekilde belirlenen
zaman dilimlerinde yapılmalıdır. Üzücü bulunan haberleri izlemeye ya da
dinlemeye ayrılan zaman azaltılarak hissedilen endişe ve gerginlik
azaltılabilir.
Hobilerimize
zaman ayırmalı, bol bol kitap okumalıyız.
Bunun
dışındaki zamanlarda evdeki yakınlarla zaman geçirmeli, telefonla ya da sosyal
platformlar aracılığı ile arkadaşlarla görüşmeli, sosyal dayanışma bilinci her
şekilde geliştirilmelidir. Bu süreçte özellikle Çocuklar, yaşlılar ve
engelliler psikolojik olarak desteklenmelidir.
Kendimizi
yeterince tanımaya çalışmalı, Sahiplik ve olmak kavramlarına dair farkındalık
yaratan ve farklı bakış açısıyla günlük yaşantımızda yaptığımız yanlışları
psikolojik olarak ele alan Erich Fromm ve onun “Sahip Olmak Ya Da Olmak” adlı
kitabındaki yaşam mottosunu düşünerek, sadece olmak fikrini yeniden değerlendirmeliyiz.
Sahip
olduğu somut şeylere daha çok güvenmek ve ömrümüzü bu somut şeylerin güveniyle
sürdürmek yerine hayatımızdaki soyut şeylerle beslenmeyi ve onlarla yaşamımıza
renk katmayı düşünebiliriz. Mutluluk ve hazzı bu şekilde yakalayabiliriz diye
düşünmeliyiz.
Günlük
yaşantımızda yaptığımız yanlışlardan, “Olabilmek” için “sahip olmak”
duygusundan vazgeçmeli, yeteri kadar paylaşmalı, güvenmeyi öğrenmeli, tüm
varlıklara sevgi ve saygı duymalı, yapıcı bir şekilde eleştirme konularını değerlendirmeliyiz.
Daha
mütevazi olmak için yeni bir yaşam felsefesi olarak şu sloganı öneriyorum: “Az Tüket”.
Altında yaşadığımız soluk mavi gökyüzünün şimdikinden daha yaşanabilir bir parlak
bir tona evrilmesi dileğimle.
Korkulara
ve kaygılara teslim olmayalım, sağlıklı günler diliyorum.
Nizamettin BİBER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder