Tarihi
insanlık tarihi ile eş giden ağrı, farklı coğrafyalarda yaşayan uygarlıklar
tarafından her dönemde değişen algılamalarla karşılaştı. İlk çağlarda doğaüstü
güçlere atfedilen inanışlar ve büyüyle beslenen bu algılama, yerini Antik Yunan
ve Roma’da felsefeden yola çıkan açıklama çabalarına bıraktı. Kilisenin baskısı
ve egemenliği altındaki Ortaçağ, Batı
Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ve Rönesans’ın doğuşu arasında sıkışmış bir dönemdi.
Gelişmeden uzak olduğu, vebanın yaygın olduğu, savaşların ve sivil isyanların
yaşandığı, bilimin geride kaldığı, Tanrı korkusunun insanları kontrol altına
almak için kullanıldığı karanlık bir çağdı.
“Skolastik Tıp”ın egemen olduğu dönemde, Bebek bekleyen annelerin acısını dindirmek için şekerli ve sirkeli
karışımlarla kasıkların ovulması gibi tezekle ağrıları tedavi etmek çok yaygındı. Kutsal sayılan insanların, hasta
kişilerin yaralarını yalayarak iyileştirebileceğine inanılıyordu.
Hastanın beyninin bir kısmını kesip çıkarmayı içeren
lobotomi yöntem, yıllarca şizofreni, klinik depresyon gibi birçok sinir
hastalıklarında yanlış bir yöntem olarak kullanıldı. Vebanın koku yoluyla
bulaştığına inanıldığı içi çiçeklerle dolu bir gagaya sahip maskeyi giyen
doktorlar bu şekilde hastalarını tedavi ederken, diğer yandan da veba
hastalığını Tanrının kuluna cezası olarak yorumladığı için bu hastaları
kırbaçlardı.
Aslına bakılırsa Orta Çağ kavramı, başlı başına Batı
dünyasının uzunca bir süre içinde bocaladığı bir döneme verilen addı. Rönesans’la
bilime ve sanata verilen değerle dünyanın aydınlatılması zemini hazırlandı.
Tıp dünyası ise bütün bu gelişmeler ışığında
rasyonel ve bilimsel temellere kavuşarak, edindiği birikimi hastalıklara ve
ağrıya yönelik yaklaşımlarına taşıdı.
Hepimizin
ağrı acı ile ilgili anlatacak hikayeleri vardır. Fiziksel anlamda deneyimlediğim
en yoğun ağrım, ameliyat olduğumda sondaj, dren borusunun bir bıçak şeklinde
bedenime saplanması, duygusal olarak ta ablamın ölümü idi. Ağrı, acı hikayeleri
arşivleri, kütüphaneleri dolduracak kadar çoktur. Evrensel bir deneyim olan
ağrı kavramı Uluslararası Ağrı Araştırmaları Örgütü (IASP) tarafından “doku
hasarı veya potansiyel doku hasarı ile birlikte olan ya da böyle bir hasar
süresince tanımlanan duyusal ve emosyonel (duygusal, dokunaklı) deneyim” olarak tanımlanmıştır.
Yaşam
süresince kazalar, hastalıklar gibi pek çok farklı nedenlerle ortaya çıkabilen
ağrının, kişi tarafından ifade edilişi yaş, cinsiyet, altta yatan özürlülük ve
ağrı davranışı ile ilgili sosyal ve kültürel özellikler gibi faktörlerden
etkilenmektedir.
Depresyondan
travma sonrası stres bozukluğuna her alanda yapılan çalışmalar gösteriyor ki,
duygusal acılar da beyinde fiziksel acılarla aynı bölgeyi tetikliyor ve bazı
vakalarda bu acı fiziksel acılardan daha dayanılmaz olabiliyor. Başta kulağa
şaşırtıcı gelebiliyor ama psikolojik sorunlar insanların tecrübe edebileceği en
zorlayıcı acılardır.
“Çoğunlukla,
ağrı kişiye çözülmemiş duygusal sorunlar olduğunu hatırlatma
görevindedir, bazen de sinir sisteminde çözülmemiş travmaların habercisi
olabiliyor.”
Tıbbi
yardım gerektiren en yaygın belirti ağrı ya da acıdır. Normal koşullarda ağrı
bedendeki bir hasarın işareti, errorudur. Ancak insanlarda acıyı fark etme,
acıya dayanma ve acı karşısında verdikleri tepkiler çok farklı olduğu
bilinmektedir. Yapılan hesaplamalar ağrıdaki değişkenliğin % 60 kadarının
kalıtımsal olduğuna, bir başka deyişle genetik unsurların sonucu olduğuna
işaret ediyor. Kısacası, acıya duyarlılık da tıpkı boy, saç rengi ya da ten
rengi gibi aileden geçiyor.
Kadınların
ağrı eşiğinin erkeklerden daha yüksek olduğu bilinmekte, bilim adamları bunu
kadınların doğurgan olma özellikleriyle bağdaştırmaktadır. Bedensel ağrı
eşiğiniz ne kadar yüksekse, bedensel acıya o kadar dayanıklısınız demektir. Ağrı
eşiği, bir çeşit fiziksel ve psikolojik tahammül sınırıdır aslında.
Ağrı
için ne zaman haykırıyoruz? Bıçağın kemiğe dayandığı anda mı, o keskin uç
deriyi zorladıkça canımızın çok yandığında mı?
Ağrı/acı
eşiği denilen şey, genetik, fizyolojik olmaktan öte ; Politik mi?, Sınıfsal mı?,
Kültürel mi?
Sahi
çok zor zamanlar geçirdiğimiz bu günlerde acı sığanız, eşiğinize baktırdınız mı?
Nizamettin BİBER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder