Travma
bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü derinden tehdit eden olay, durumdur.
Kavramak ve baş etmenin oldukça zor olduğu bu deneyimi bireysel belleğimize
yerleştirmekte güçlük çekeriz. 2019 Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ilk kez
ortaya çıkan corona virüsü salgını tüm dünyaya yayılmaya devam ederken bana bu virüsün
toplumlarda trvama yarattığı gerçeğini hatırlattı.
Afetler,
belirli bir coğrafi bölgede aniden ortaya çıkan, kolektif stres ve önemli
ölçüde kayıp yaratan, toplumun yaşantısını sekteye uğratan ve kendi başa çıkma
kaynaklarını aşan olaylardır. Doğal afetler (Deprem, heyelan, sel, fırtına,
kuraklık, orman yangını, hortum vb.), insan kökenli yapay afetler (sınai, baraj
patlamaları, yangınlar, hava, su, çevre kirlenmeleri,
ulaşım kazaları), savaş, politik, etnik, dini ya da cinsel istismarlar, cinsiyet-temelli
zulüm, tecavüz ve şiddet olayları ile bir kıta, hatta tüm dünya yüzeyi gibi çok
geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın pandemik hastalıklardır. Ülkemizde
ve dünyadan corona virüsü afet boyutlarına ulaşmış, bu sorunları yaşayan
bireyleri aşarak, sosyologların, psikologların yeni yaklaşım ve çok yönlü dinamik
modellerle kavramlaştırmaları ile ele almaları gereken toplumsal, yapısal
düzeylere erişmiştir.
Ortak
ya da kitlesel toplumsal travma, toplumsal yaşamda insanları birbirine bağlayan
dokuları, toplumun sahip olduğu biz duygusunu tahrip eden bir darbe olup, bundan
yakınan insanların bilincine yavaş yavaş ve sinsice yerleşir. Afet sonucu,
travmaya uğramış topluluk ayrı ortak bir kültür oluşturur, bu kültür
ortamındaki bireyler içine kapanır, yalnızlaşır ve sosyalliği azalır. Ki corona
virüsü yapısal olarak sosyalliğin en aza indirgendiği izole ve karantina
koşullarını oluşturan özellik taşıdığı gibi, toplum; görsel basın ve sosyal medya yayınları ile yoğun
bir bombardıman altındadır.
Toplumsal
travmalar, sadece travmayı yaşayan bireyleri değil, bu duruma doğrudan ya da
dolaylı biçimde tanık olan tüm toplum kesimlerini etkilemektedir. Bu tarz
süreçlerde kişilerde; afet sendromu olarak psikolojik bozukluklar, TSSB (Travma
Sonrası Stres Bozukluğu), dehşet, kontrol kaybı, umutsuzluk, kolay
incinebilirlik, şiddetli korku, çaresizlik, tedirginlik, acı, kayıp hissi,
öfke, donukluk, yabancılaşma, yalnızlık gibi pek çok duygunun bir sis bulutu
gibi topluma dalgalar halinde yayıldığı görülmektedir. Kâbuslar görme, olayın
geçtiği yer ve olayı anımsatacak kişi ve konulardan kaçınma, travmasını
konuşmak istememe, sese karşı aşırı duyarlılık, en küçük gürültüye bile irkilme
ile tepki verme, uykuya dalma ya da uykuyu sürdürmede güçlük yaşama,
tahammülsüzlük, sinirlilik, keyifsizlik, mutsuzluk, hayattan zevk alamama,
iştahsızlık, kilo kaybı, başkaları tarafından anlaşılmadığını düşünme,
konsantrasyon ve dikkat güçlüğü, her şeyden şüphelenme, paranoyak davranışlar
ile çalışmada isteksizlik baş gösterir. Travma yaşayanın, kimliği, insan
ilişkileri ve dünyaya dair varsayımlarının sarsılmasına neden olur.
Birlik
olma duygusu, dayanışmanın güçlenmesi, güvenlik zemininin yeniden yapılanması ile
travma etkileri azaltılabilir. Gerginlikler ve çatışmaların sıklaşması ile
birbirine yabancılaşma, yalnızlaşma gibi duyguların tırmandığı bir süreç
yaşanabilir. Gerginliklerin yaşandığı bir süreçte, alt-gruplar arasında uzaklıklar
artabilir; grupların birbirine düşmanlaştırılma potansiyeli artarken, toplumun
güvenlik zemini sarsılabilir.
Travmadan
direk etkilenmiş olmayanlar bile kendisini yaşadığı yerde güven içerisinde
hissedemez. Travma nedeni ile kolektif hafıza görmezden gelinir ya da inkâr
duygusu gelişir, toplumun bütünleşmesi engellenerek, toplumsal ruh sağlığını
zedelenir.
Toplumsal
travmaların onarımında içinde yaşadığımız kültürün yeri büyüktür. Ait
hissettiğimiz kültürün parçası olan ifade etme biçimleriyle (şarkılar, ritüeller,
anmalar, sembolik eylemler vb.) kendimizi ifade etmek, duygularımızın
yatışmasını ve kendi içimizdeki yaşam gücünü yeniden keşfetmemizi sağlar, onarımın
yolunu açar ve toplum içerisinde yalnız hissetmeyi engeller. Yaşananlar ne
zaman toplumca kabul edilir, gerçeklik iyice anlaşılırsa o zaman travmatik
olayı yaşamış insanlar “iyileşme”ye başlayabilir. Konu çok abartılmadan,
önemsizleştirilmeden dozajında ciddi disiplinli, agresif bir şekilde toplumca
yasaklara ve önlemlere riayet edilmelidir. Ne var ki kimimiz dehşet,
kırılganlık, suçluluk, çaresizlik, tedirginlik, öfke, umutsuzluk, güvensizlik,
yetersizlik, yalnızlık veya şüphe gibi hisleri çok yoğun bir biçimde
yaşayabiliriz. Kimimiz ise tamamen donuklaşabilir ve hissizleşebilir. Kimimiz
sürekli olaya dair konuşmak, bilgi almak ve paylaşmak isterken, kimimiz
herhangi bir bilgilenmeden uzak durma eğiliminde olabiliriz. Kimimiz
duygularımızı ifade etmek ve paylaşmak ihtiyacı duyarken, kimimiz konuşmak
istemeyebilir ya da böyle bir şey yaşanmamış gibi davranabiliriz. Sürekli
tehdit altındaymış gibi veya ağlamaklı hissedebilir ve o sırada bir tehlike
olmasa bile kolayca irkilebiliriz. Rahatsız edici bir takım düşünceler, imgeler
veya anılar zihnimizde tekrar edebilir. Virüsün dışında baş ağrısı, göğüs
ağrısı, mide yanması, bulanması, kalp, boğazda sıkışma, titreme ve çarpıntı
gibi fiziksel şikâyetler taşıyabiliriz.
Toplumsal
travmaların etkilerinin iyileşmesi zaman alır. Öncelikli olarak, güç olsa da öz
bakımımıza, uyku ve beslenme düzenimize dikkat etmeli, spor yapmalı ve
dinlenmeye zaman ayırmalıyız. Çaresizlik ve umutsuzluk duygularının dağılması
adına kendimiz ve ötekiler için adım atmaya hazır olmalıyız. İdeolojik
keskinliklerden uzak durarak, kişileri bir arada tutan benzerliklere vurgu
yapmalı, içinde bulundukları durumu anlatmalarına fırsat vermeli, demokrasi
kültürü, demokrasi bağlılığı dile getirilmeli, adalete, toplumsal hafızaya
vurgu yapmalıyız.
Özellikle
yaşadığımız sorunlar nedeni ile aile yaşamı, sosyal yaşam, iş yaşamı gibi
farklı alanlarda ilişkilerimiz veya gündelik hayatımızdaki işlevselliğimiz
giderek bozulur. Psikolojik veya psikiyatrik desteğe ihtiyaç duyabiliriz. Travma
belirtilerinin sürmesine neden olan hatalı düşüncelerinin sağlıklı düşüncelerle
yer değiştirilmesi ile kaçınılan durumların üstüne gidilmesi sağlanarak yaşanan
korkular azaltılabilir.
Yaşanılan
ekonomik krizinde dikkate alınması ile her türlü işveren özellikle egemen
güçler ile erk sahipleri insanlarımızın bu zor süreçte günü birlik yaşamına
destek vermeli, bugün ve yarın korkusu, kaygısı, gerilimi, sıkıntısı, anksiyetesi
giderilmelidir.
Güvenlik
duygusu vermek, sakinleştirmek, öz yeterlilik ve toplumsal yeterlilik duygusunu
teşvik etmek, bağlantılı olma duygusunu geliştirmek, umut aşılamak; uygulanması
gereken beş ana ilkedir.
Travmadan
uzak bir yaşam dileğimle.
Nizamettin BİBER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder