Modernleşme,
kavram olarak en basit biçimi ile sosyal, ekonomik, siyasal alanlardaki ilerleme
yani gelişmedir. Batı 15. Yüzyıl sonlarında, Türkiye ise 18. Yüzyıldan itibaren
modernleşme girişimlerine başlamıştır. Ancak bu süreçte görülen ortak yargı;
Engellenmek ya da istenilen düzeyde ve hızda gelişememektir.
C.E.
Black’a göre Modernleşme, Tarih içinde oluşan kurumların, hızla değişen
yapılanmayla uyuşmasını ve böylece insanın çevresine egemen duruma gelmesini
sağlayan süreçtir. D.A. Rustow ise modernleşmeyi, entelektüel, teknolojik ve
sosyal bir devrim olarak tanımlıyor. S.P. Hungtinton, insanın düşün faaliyetinin
her alandaki değişimi içine alan çok yönlü bir süreci modernleşme olarak ifade
ediyor. Orhan Hançerlioğlu da Doğal olarak eski ile yenin savaşı
modernleşmesinin itici gücüdür, demektedir.
J.A.
Bill’e göre; Modernleşmenin gerçekleşmesi tamamen 1)Zamana (tarihsel süreç), 2)bu
zaman içerisinde değişen ve gelişen sosyal yapıya ve 3) değişen bu sosyal
yapıda rasyonelleşen bireylerin gelişmeye ilişkin olumlu tavırlarına bağlıdır. C.
E. Black ise Batılı olmayan toplumlar, ilk aşamada modernleşme eğilimleri karşısında
olumsuz tavır almakta, ikinci aşamada toplumu modernleşmeye taşıyacak lider,
geleneksel liderin yerini almakta, üçüncü aşamada ise yeni lider güç kazanarak
toplumda sosyal, ekonomik ve siyasal bazı radikal yenilikler yaratmakta son
aşamada ise toplum bu yeni sosyal, ekonomik ve siyasal oluşumları kabullenip,
benimseyerek modern topluma adım atmaktadır.
C.
E. Black’ın Batılı olmayan toplumlar için (Türkiye) modernleşme aşamalarına çok
benzemektedir.
Modernleşmenin
başlaması için toplumda yaşayanların geri kalmışlığa dair bir şeylerden
rahatsız olması ve bu içsel rahatsızlığın eyleme geçirilmesi gerekmekteydi.
Modernleşmeyi amaçlayan toplumda kapitalist sürecin başlaması gerekirdi, üretim
için uzmanlaşmış kişilere, iş bölümüne ve teknolojik gelişmelere ihtiyaç
duyulurdu. Toplumda birtakım rahatsızlıkların farkında olan ve bu
rahatsızlıkları kendi ideolojilerinin öngördüğü çözümlerle giderebilmek için
kültürel ve de bilimsel potansiyellerini kullanarak harekete geçen ve toplumu harekete
geçiren aydınlara ihtiyaç vardı. Bilim, düşün insanlarına ihtiyaç duyulduğu
gibi onların yetişeceği yer edineceği, uygun nesnel ortama ihtiyaç vardı.
Batıda
çağdaşlaşma sürecini başlatanlar ve reformları uygulayanlar kendi yetiştirdiği
kişilerdi. Türk çağdaşlaşması için uğraş verenler ise kendi yetiştirdiği
kişiler olmadığı gibi Batılılar tarafından yetiştirilmiş kişilerdi. Osmanlı, ilk
defa geri kalmışlığını fark ettiği anda modernleşme atılımını savaş teknik ve
araçlarını Batıdan örnek alarak gerçekleştirmiştir. Bu eğilim diğer modernleşme
girişimi uygulama işini doğal olarak ertelemiştir.
Kendi
toplumunun, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, teknolojik ihtiyaçlarını bilen
ve modernleşmenin topluma yükleyeceği olumsuz ve kazandıracağı olumlu yönleri
analiz edebilen Batı toplumları, modernleşme faaliyetlerini kendisine göre
saptayabilmiştir. Öte yandan toplumu modernleştirmek için Batı modelini alıp
uygulamaktan başka bir alternatifi olmayan Osmanlı ve Türk Toplumları kendi
farklı sosyal ve siyasi niteliklerine adapte etmeye çalıştıkları ithal bir
modernleşme gerçekleştirmişlerdir. Bu da
yüzyıllardır topluma şekil veren gelenekler, din ile çatışmış, bu nedenle de
modernleşme bir devlet ideolojisi haline gelmiştir.
Batı
kendi aydınlanmasını sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta gerçekleştirdiği Rönesansla
hayata geçirmiş teokratik yapıyı yıkarak, aklı egemen kılmış, laik, seküler bir
yaşam oluşturmuştur. Türkiye ise Cumhuriyetle beraber batılılaşmış, modernleşme
yerine Niyazi Berkes’in söylediği gibi, doğu toplumlarında her çağdaşlaşmanın
arkasından olduğu gibi dinselleşme humması başlamıştır.
Son
tahlilde; Batı aydınlanmış Türkiye ise sadece kısmen batılılaşmıştır.
Nizamettin BİBER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder