Cumhuriyetin
kurulduğu ilk yıllarda Ülkede okuma yazma oranı % 5’i bile geçmiyor ve nüfusun
yüzde 80'i köylerde yaşıyordu.
Bugün
Anadolu’daki aydınlanma ışığının halen daha yoğun olarak yandığı, tren yollarına yakın ve tarıma elverişli bölgelerde
1940 yılı itibari ile 21 Köy Enstitüsünün kurulduğu yerlerdir. Tarımda
verimliliğin artırılmasına yönelik Köy Enstitüleri’nde eğitim görenler hem
örgün eğitim aldılar, hem de modern tarım teknikleri konusunda bilgiler edindiler.
İlk
önce Eğitim alanında kırsal kesimde yaşayan halk ile kentliler arasındaki bozuk
dengeyi eşitlemek ve köy halkına pratik bilgi vermek amacıyla 1936’ta Saffet
Arıkan’ın Vekilliği döneminde Köy Eğitmeni projesi uygulamasına başlanır.
Askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı’nın
işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme
Çiftliği'nde yetiştirilerek köylere gönderilir. Amaç, köye hem bir öğretmen hem
de modern üretim araçları ve tarım yöntemleri sağlamak ve eğitimin mali yükünü
hafifletmektir. İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı
olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni
yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılır. Kırsal kesime yönelik bu eğitim
uygulaması hiç şüphesiz daha sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun koşullar
yaratmış ve Köy Enstitüleri’ne geçişi kolaylaştırmıştır.
Köy
Enstitülerinin kuramcısı, uygulayıcı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı
Tonguç hedeflenen uygulamalı eğitimi “Tabiatın içinde, tarla ve bahçeler
arasında açılan bu kurumlarda, biyolojinin derslikte karatahta başında
okutulması artık gülünç olurdu. Tıpkı bunun gibi ekilip biçilen çadır
hayatından başlanarak yeni yapılar kurulan, hayvan beslenen bu kurumda fizik,
kimya, aritmetik ve geometri derslerini bu olaylarla bağlılık yaratılmadan
okutmaya çalışmak büsbütün gülünç olurdu.” ifadeleriyle açıklayarak hayatın
gerçek problemleri üzerinden öğrenme eyleminin gerçekleştirilmesi
amaçlanıyordu.
Milli
Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı
konuşmasında;
“Enstitü
kelimesini biz batılıların ifade ettiği tarzda aldık ve buna alıştık. [...] Biz
köy enstitüsünü sadece içerisinde kuramsal eğitim yapılan bir kurum olarak
almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi amelî
bir takım faaliyetler de bulunduğu için okul adı ile anmadık, enstitü diye
isimlendirmeyi uygun gördük.
Köy
Enstitülerinde söylenen ve bir özgüven destanı olan Ziraat Marşının dizelerini
Behçet Kemal Çağlar yazmış, Adnan Saygun da bestelemişti.
“Sürer
eker biçeriz, güvenip ötesine
Milletin
her kazancı milletin kesesine
Toplandık
baş çiftçinin Atatürk’ün sesine
Toprakla
savaş için ziraat cephesine
Biz
ulusal varlığın temeliyiz köküyüz
Biz
yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz.”
Dizelerinde
anlatılan ulusal bir ekonomi yaratma ve buna dayanarak tüm dünyada başı dik
durma anlayışına yeniden sarılma gerektiği ifade edilir, bu temel üzerinden
emeğin en yüce değer sayıldığı bir düzen yaratılabilir.
Aynı
zamanda bu marş enstitü eğitiminin “Biz yaparız, biz başarırız, biz üretiriz” anlamındaki kararlığının göstergesi olarak
okunabilirdi.
Köy
Enstitüleri, ülkenin gereksinmelerine göre uygulamalı eğitim yapan kurumlar
olarak İş okulu, kültür okulu, spor okulu, müzik okulu yanı sıra tarım okuluydular.
Haftalık 44 saatlik ders programında 11 saat tarım ve ziraat faaliyetlerine
ayrılmıştı. Amaç öğrencilere üretmeyi öğretmek, verimsiz toprakları verimli
hale dönüştürmek, modern tarım anlayışını köylere götürmek ve köylerdeki
geleneksel tarım tekniğini aşmaktı. Enstitü eğitimi bu anlamda öğrencilerin çok
boyutlu gelişimini sağlayan bir bütünselliğe sahipti.
Çifteler
Köy Enstitüsü müdürü Rauf İnan’ın enstitüye kabul edilen öğrencilere “Sevgili
oğlum” diyerek yazdığı mektupta; “Enstitümüze talebe olarak seçildin. Sana
müjdeler ve kutlarım. Enstitümüzde hem okumanı, tahsilini ilerletecek, hem de
ileri usullerde ziraat öğreneceksin. Bağcılıkta, sebzecilikte, arıcılıkta,
tavukçulukta, hayvan bakımında, makine ile ekim, biçim ve harman yapmasında,
zahire hazırlamada çalışıp iyice yetişeceksin. Ayrıca bir de sanat elde
edeceksin. Dokumacılık, dikiş makinesi kullanmayı, halı dokumacılığını,
bisiklet ve motosiklet binmeyi, mandolin çalmayı da öğrenebileceksin. Burada
çok çalışma ve iyi yetişmen için her şey var. Senden yalnız çalışmak.” İfadelerinde
enstitüdeki tarım eğitiminin içeriğini ve enstitülü öğrencilere kazandırılacak
temel becerilerin neler olduğunu görebilmekteyiz. Hayat verilerek canlandırılacak
köyün çocuklarına, pedagojik eğitimin yanında modern tarım ve hayvancılıkla
ilgili tüm beceriler kazandırılarak adeta orta çağ koşullarındaki köylere
gönderilmesi temel amaçtı.
Her
Enstitünün 1000-7000 dönüm arazisi vardı. Buraları genellikle önceden el
değmemiş, verimsiz, terk edilmiş topraklardı. Aklın, bilimin, tekniğin
olanaklarıyla buraları işlenerek üzerinde hem eğitim hem de üretim yapıldı.
Üretilen ürünleri enstitülü öğrenciler tüketti.
Ziraat
dersleri ve uygulamaları; tarla ziraatı, bahçe ziraatı, fidancılık, meyvecilik
ve sebzecilik bilgisi, sanayi bitkileri ziraatı, zooteknik, kümes hayvanları
bilgisi, arıcılık, ipek böcekçiliği, balıkçılık ve su ürünleri bilgisi ve
ziraat sanatlarını içermekteydi.
İlk
üç ay okulun tarım alanlarında büyük bir coşkuyla, şarkılarla, türkülerle tüm
okul pamuk toplanırdı. Öğrenciler, tarım derslerinde okulun sebze bahçesindeki
çalışmalarına katılırdı
Sağlıklı
insanın sağlıklı beslenme döngüsü ve dünyadaki yaşanan kıtlıklar açısından
Ülkelerin iç tarımsal üretimi çok önemli. Tarımsal üretimin yeterince desteklenmediği,
önemsenmediği, tarım alanlarının boş bırakıldığı, tarım ürünlerinin ithal
edildiği ülke koşullarında; Köy enstitüleri içinde bulunduğumuz eğitim
sorunlarından kurtulup, halkçı bir eğitim düzeni kurma mücadelesinde bize yol
gösterebilir.
Köy
enstitüleri, uygulamalı tarım eğitiminde çok özgün kazanımlar üreten eğitim
kurumları olarak eğitim tarihinde yerini almıştır. Öğrencinin, ülke gerçek ve
ihtiyaçlarına göre yetiştirilmesi amaçlanmış ve bu da başarılmıştı. Enstitü
eğitimi, işlevsel bir eğitim sisteminin adıydı.
Köy
enstitülerinde uygulanan eğitim yöntemleri bugünde geçerliliğini koruyor. Bu
ilkeler, bugünkü uygulananlardan çok daha çağdaştır. Bu nedenle, o ilkeleri
okul öncesi eğitiminden üniversite eğitimine kadar eğitimin her alanına
yaygınlaştırmak gerekir.
Yakınmakta
olduğumuz ezberci eğitim sistemini terk ederek, deneyerek, yaşayarak öğrenme;
öğrencilerin kafalarını gereksiz bilgi ile doldurmak yerine gerekli bilgiler
edinme yöntemini eğitime yerleştirmek için, Köy Enstitülerinden alınacak
dersler vardır. Enstitülerde “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için” eğitim
yapılıyordu. Bu yöntemin kullanılması bugün tüm eğitim kurumlarımız için elzemdir,
gereklidir.
Nizamettin BİBER
Kaynaklar;
3-Bilim ve Ütopya Dergisi, Mayıs 2000 Sayı 71
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder