Türk
modernleşmesinde önemli bir yapı taşı olarak Yeni Osmanlılar sahneye çıkmıştı.
Bu durum kısa sürede dünyada yankılara yol açtı. Bu yayınlar üzerine, Mısır
hidivleri soyundan gelen Mustafa Fazıl Paşa Belçika’da yayınlanan Nord
gazetesine açıklamalarda bulundu. Genç Osmanlılar kavramını Fransızcaya
çevirerek, siyasal sözlüğe Jön Türkler kavramını kazandırdı.
Mustafa Fazıl Paşa Osmanlı Sultanına gönderdiği dilekçede Jön Türklerin anayasal düzen istediklerini, devamen; Padişahın sarayına en zor giren şeyin doğruluk olduğunu, padişahın çevresinde bulunan kişilerin doğruluğu kendisinden bile sakladığını ifade etti.
On sekiz sayfalık bu dilekçe el altından İstanbul’a dağıtılması başlı başına olay oldu. Ali kararnamesi sert ve acımasız biçimde uygulanarak; hükumete açık ve kapalı eleştiriler yöneten Muhbir gazetesi kapatılarak başyazarı Ali Suavi Kastamonu’ya sürüldü.
Mustafa Fazıl Paşa bu gelişmeler üzerine Paris’e gider. Vatanın saadet ve selametine hizmet etmek isteyen genç aydınlara Paris’ten çağrıda bulunur. Ali Suavi’de bu davete icabet eder, Paris’in yolunu tutar. Muhbir, Ali Suavi’nin yönetimi altında, Yeni Osmanlılar Cemiyetinin yayın organı olarak yurt dışında yeniden yayınlanır.İlk sayısı 31 Aralık 187’de Londra’da çıkan ve İngiltere’de 3 Kasım 1868’e kadar yayınını sürdüren Muhbir’de Ali Suavi kendisini şöyle tanıtır;
“Öyle bir adamım ki icabında yalın
ayak yürümek, toprak üstünde yatmak, kuru ekmek kemirmekten müteezzi olmam (incinmek),
cihanda dört günlük ömür için müdahana (dalkavukluk, boyun eğmek) ve riya (iki
yüzlü) telaşlarını çekemem.”
Kısa boyu
nedeni ile küçük hoca lakabını alan Ali Suavi, medrese kökenli olduğundan
verdiği vaazlarda İstanbulluları coşturuyordu. Modernleşme sürecinin ilginç örneklerinden
biri olan Suavi, gerektiğinde inanılmaz düzeyde yırtıcı, kavgacı ve ödünsüz
olabiliyordu. Muhbir’deki yazılarında Türkiye’nin kurtuluş yolları konusundaki
düşüncelerini anlatıyor, İngilizce yayınladığı bir yazısında üç çözüm seçeneği
öne sürüyordu;
1-Bir kurucu
meclis oluşturup anayasa düzenlemek,
2-Tüm iç ve
dış engelleri bir anda yok edebilecek bir diktatör çıkarmak,
3-Eğitimi
halk arasında yaygınlaştırmak, eğitilmiş insanlar eliyle özgürlükleri yaşama
geçirmek,, özgürlükler yoluyla bir anayasa yapmak ve anayasa ile de ülkeyi
kurtarmak, öyleyse, eğitiniz.
En sağlıklı
çözümün halkı eğitmek olduğunu haykırır, Ali Suavi şunları ekler; “Hepimiz aynı gemi içindeyiz, gemi batıyor,
nasıl feryat etmeyelim…”
Sarıklı devrimci bu yiğit adam İngiltere’deki Muhbir’deki yazıları, sonra da Fransa’da yayınladığı Ulum’daki incelemeleriyle Türkiye’nin gündemine şu ana huşuları yerleştirmiştir;
a) İslam dini ve inançları toplumsal açıdan anayasal bir yönetime aykırı değildir.
b) İslam’da gerçek anlamı ile verasete dayalı bir hilafet yoktur. Kamusal seçim cumhur yolu ile açıktır.
c)Türkiye’de parlamentoya dayalı bir anayasal düzen kurulurken yasama, vergileme, yürütme erkleri de halk katılımı ile kullanılmalıdır.
d)Eğitimde köklü yenilikler yapılırken, İslam’da İbadette Türkçe olmalıdır. Kuran ve namaz süreleri, Türkçe olarak okunmalıdır.
Ali Suavi, Türkiye’ye döndükten sonra da inançlarını aynı keskinlikle savunacak ve sonunda II. Abdülhamid’e karşı, yenilikçi modernistlerin umutlarını bağladıkları hasta eski sultan Murad’ı kurtarmak amacı ile bir grup göçmenle Çırağan Sarayını basmaya çalışırken (Mayıs 1878), zaptiye sopaları altında kafası parçalanarak hayatını kaybedecekti. Mithat Cemal Kuntay, yazdığı Sarıklı İhtilalci Ali Suavi kitabında "İstanbul'da ilk sivil ihtilalin ilk şehidi olan Suavi'dir. Suavi, medeni kahramanlık tabirini, Türkçe’ye, kendi kanıyla tercüme etti. Bu ölümün destanını, şiirin büyük sesine bırakıyorum. Benim yazdığım, vesikaların Suavi’sidir." diyordu.
Nizamettin BİBER