Birey olarak var olan insanın kökeni toplumdur. Aristo: “İnsan toplumsal bir canlı ve doğası gereği politik bir hayvandır.”der. Bu düşüncelerin ışığı altında insanı toplumsal bir varlık olarak tanımlarsak, onu yaşamını da toplumsal yaşamdan soyutlamak olanaksızdır. Ayrıca; Aristo; “Devlet birçok kişi tarafından yönetilirse bu ona, tıpkı giderleri toplulukça kaynaklanan şölenin tek kişinin hazırlayacağı bir şölenden daha üstün olması gibi bir üstünlük sağlar. Onun içindir ki çoğunluk, birçok durumda, her kim olursa olsun tek bir kişiden daha iyi bir yargıçtır. Ayrıca çokluk daha güç bozulur ya da kıstırılır. Kötü bir anında olan ya da konuya ilişkin çok güçlü duyguları bulunan bir kişinin yargısı ister istemez çarpık olacaktır. Öte yandan, bir kitlenin yargıda bulunması durumunda, kitleyi oluşturan her kişinin aynı anda duygulara kapılmasını ve yargısını çarpıtmadan ayarlamak güçtür.” ifadelerini kullanmıştır.
İnsan politik hayvandır sözü değerlendirildiğinde ise, insanın politikayla ilgilenme zorunluluğunu ortaya koyar. Politikanın daha derin ve büyük soruları, nasıl yaşayacağımız, daha iyi bir dünyayı nasıl inşa edeceğimiz sorunu her insanın içinde daima gizlidir. Hepimiz toplumun nasıl gelişebileceğini hayal eder, (neredeyse) hepimiz olumlu değişime özlem duyarız. Bazı zamanlarda değişen şey fırsatlardır aslında. Tarihin kimi anları, önceki kuşakların mahrum kaldığı politik olanakları keşfetmeye davet eder bizi adeta.
İnsan insanın kurdudur diyen Thomas Hobbes bunu; doğal halde, herkesin eşit olduğu dönemde insanlar savaş halinde anarşi, vahşet içinde yaşamasına, çıkara dayalı olarak insanların sınırsız bir hürriyet haline, hürriyet'in sınırsızlığı insanın insana kurtlar gibi saldırması olarak açıklıyordu.
İnsanin kendi varlığını koruması için sürekli diğer insanlarla bir savaşım içindeydi ve bu ilkel durumdan kurtulmak için aralarında yaratılan bir sözleşmeyle devlet oluşturuldu. Toplumsal sözleşme veya sosyal sözleşme; bireylerin karşılıklı uzlaşma, bazı kurallara uymak üzerinde anlaşma ve birbirlerini şiddet, sahtekârlık veya dikkatsizlikten korumak için birleştirdiğini varsayan bir kavram olarak ele alındı. İnsanların bir devlete ya da otoriteye bağımsızlıklarının bir kısmından hukukun üstünlüğü anlayışı ile vazgeçmeleri koşulu doğrultusunda yönetilenler tarafından, bazı kurallar ile yönetilme üzerine anlaşma olarak düşünüldü.
Bu teorinin genel olarak başlangıç noktasını, sosyal düzenin hiç olmadığı bir ortamdaki insanın doğasının incelenmesi oluşturdu. Toplumsal sözleşme kuramcıları, neden bir bireyin politik ve ekonomik düzenlilikten faydalanmak için kendi rasyonel çıkarlarından ve doğal özgürlüklerinden gönüllü olarak vazgeçtiğini ispatlamaya çalışıldı. Thomas Hobbes yanında Jean Jacques Rousseau’da toplumsal sözleşme kuramının en ünlü temsilcisiydi.
İnsan, insana kendini adadıkça insandır. Geçenlerde izlediğim bir belgeselde balıkçı tuttuğu yengeçleri koyduğu sepetin bir kapağının olmasına gerek olmadığını anlatırken şaşırmıştım. Nedenini şöyle açıklıyordu; tutulan yengeçlerden biri sepetten yukarı doğru tırmanırken, ikinci bir yengecin onun arkasından tırmanarak onu aşağıya doğru çektiğini söylüyordu. O anda Ülkemizi yengeçlerle dolu açık bir deniz olarak hayal ettim. Ne çok yengecimsi insanlarla beraber yaşadığımızı düşündüm.
Toplumsal sözleşme ve belli kurallar (hukuku) ile kurulan devlet organizasyonu, Ülkemizde zorlanıyor, insan insanın kurdu (Homo homini lupus) olmuş, üzülerek söylemeliyim ki vatandaşımız da komşusunun tırmanmasını engelleyen, ayağından aşağı çeken yengeç misali hani !
Nizamettin Biber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder