6 Mart 2017 Pazartesi

Yalakalık olgusu


Yalakalığın tarihçesi insanlık tarihi kadar eskidir. Tarih boyunca her ülkenin genellikle yönetimleri, iktidarları tarafından yaratılmış, kendine özgü dalkavukları (yalakaları) olduğunu hepimiz biliriz. Varlıklarını bir gelenekmiş gibi “halen” ve “artarak” sürdürmekte olduklarını da. Soytarılık Avrupa’da krallıklar döneminde ortaya çıktı. Osmanlı’da ise her padişahın bir dalkavuğu vardı. Tanzimat’tan önce Osmanlı’da dalkavuklar; kahyaları, Nizamnameleri, Tüzükleri ve narhları belirli fiyatları olan bir esnaf zümresiydi. Bedeli ödenen dalkavuğa her türlü hakaret edilebilir, canı yakılabilirdi. Kelime anlamı ile Yalakalık: kendi beceri ve kabiliyetleri sınırlı; az veya hiç olmayanların hak etmedikleri bir yerlere gelmek; bir şeyler elde etmek veya ulaştıkları yerde tutunabilmek için göstermiş oldukları abartılı davranış serisi olarak tanımlanıyor.
Günümüzde “dalkavuk” sözcüğü yerine en çok “yalaka” tercih edilmekle birlikte, TDK’na bakacak olursak dalkavuk ile eş anlamlı sayısız sözcük sıralandığını görürüz. Dalkavuk: Kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse, huluskâr, yağcı, yalaka, yağdanlık, yalpak, yaltak, yaltakçı, kemik yalayıcı, çanak yalayıcı Hatta sıralamaya girmek için bekleyen birkaç sözcükten biri de  “tasmalı”. Bence “dalkavuk” ayrıca;  “kendisinden üstün gördüklerine refleks olarak ‘tapan’ ezik insan modeli”dir.  Yalakalık çeşidi bol bir menü; Siyasi yalakaları, ihale yalakaları, makam yalakaları, koltuk yalakaları, terfi yalakaları, patron yalakaları, zengin yalakaları diye sıralanabilir, ayrıca bunları çoğaltabiliriz. Yalakalık yapan insanlar yaptığı yalakalığın karşılığında daima bir beklenti içerisinde olurlar.
Vaktiyle padişahın biri dalkavuk aramaktadır. Ahaliye duyu yapılır. Ülkenin dört bir yanından dalkavuk olmak için insanlar gelir ve Padişah bunları tek tek huzurunda sınava alır. Birkaç adaydan sonra, Padişahın yanına bir dalkavuk adayı daha girer; Gel bakalım. Demek sen dalkavuksun, der Padişah, dalkavuk adayı; Evet padişahım, diye yanıtlar. Padişah; Ama sen hiç dalkavuğa benzemiyorsun. Dalkavuk adayı; Öyledir padişahım, Ben hiç dalkavuğa benzemem, der. Padişah; Dur bakayım yahu. Sen biraz dalkavuğa benziyorsun. Aday; Öyledir padişahım. Ben biraz dalkavuğa benzerim, diyerek yanıt verir. Padişah; Tamam, işe alındın!,  diye görüşmeyi bitirir.
Padişahın biri patlıcanı çok severmiş, ne zaman “şu patlıcan musakkaya bir türlü doyamıyorum” dese dalkavuğu da; “Aman padişahım, siz söyleyince ağzımın suyu akıyor, akşam olsa da yesek.”
Padişah imambayıldıdan söz edecek olsa “şu imambayıldıyı icat edenin mekânı cennet olsun, nefis bir yemek, insan yemeye doyamıyor” dermiş.
Padişah; karnıyarıktan, patlıcan dolmasından, kızartmasından, kebabından, patlıcan salatasından, turşusundan ve reçelinden söz ettikçe, dalkavuk da göklere çıkarırmış.
Gel zaman git zaman padişah patlıcandan nefret etmiş, sofraya değil yemeği, salatası, turşusu, tatlısı patlıcanın “p” harfinin gelmesini bile yasaklamış.
“Şu patlıcan musakkanın neresini beğenirler de yerler, bir türlü anlamıyorum” dediğinde dalkavuk da padişahın sözünü tamamlarmış. “Aman padişahım bu musakkanın yenilmesini yasaklamak lazım.”
Padişah bir başka gün; “Bu insanlara hayret ediyorum; o kadar güzel salata çeşidi varken akşam yemeğinde tutup patlıcan salatası yiyorlar, anlamak mümkün değil.” Dalkavuk sözünü kesercesine atılarak eklemiş, “insanlarda damak zevki diye bir şey yok, en iyisi patlıcanın yetiştirilmesini yasaklamak. Adını bile duymaktan nefret ediyorum.”
Bu konuşmaları duyan biri dayanamamış ve padişahın olmadığı ortamda dalkavuğa sormuş “yahu sen bir zamanlar patlıcanı met eder ve adeta göklere çıkarırdın, şimdi ise patlıcanı ve yemeklerini kötülüyorsun, nasıl olur da bu kadar değişebilirsin, hayret”
Dalkavuk da hemen yanıtlamış: “Bana bak arkadaş bana bak ben patlıcanın değil padişahın dalkavuğuyum anladın mı?”
Dalkavuk denince Batıdan akla gelen ilk örnekler:
Fransa’da imparatorun böbrek sancısı tuttuğu zaman dalkavuklar da sancılanmış taklidi yapar, kendilerini yerden yere atarlarmış.
Fransa Kralı 14.Louis, dalkavuklarından birine demiş ki: “Kaç yaşındasın?”, Dalkavuk yerlere kadar eğilerek yanıtlamış: “Emrettiğiniz yaştayım efendim.”
Devletin önemli mevkilerinden birinde görevli bir zat bir gün karşısındakinin dalkavukluğundan o kadar bezmiş ki, alay etmek için bir soru üretmiş: “Sıfır ne demektir?”; Cevap tam da tahmin ettiği gibi gelmiş: “Şu an huzurunuzda bulunan bendeniz efendim!”
İtalyan yazar Castiglione, 1528’de II.Cortegioane (Saray mensubu) adlı kitabında, ideal bir saraylıyı “Saray mensubunun hükümdarıyla ilişkisinde, asıl önemli olan hoşa gitmesidir.”, “Bütün düşünce ve gücünü hizmet ettiği hükümdarı sevmeye harcamalı, beklenti, eylem ve davranışları onun hoşuna gidecek şekilde ayarlanmalıdır” demektedir.
Bilgenin biri, bir dalkavuk ile sohbet ediyormuş. Ancak, adamın ağzından ne çıkarsa, hemen o an dalkavuktan onay geliyormuş. En sonunda sabrı biten düşünür bağırmış: “Be kardeşim! Kaç saattir konuşuyorum. Bir kez bari itiraz etseydin de iki kişi olduğumuzu anlasaydık!'”
ABD’de Brown Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma ilginç sonuçlar ortaya koymuş. Neroscience dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre yalakalık doğuştan geliyormuş. Kısacası bazı insanlar taşıdıkları genden dolayı doğuştan “Yalaka” oluyormuş. Beynin bir yanı söyleneni yapıyor diğer tarafı ise, tecrübelere dayalı hareket sağlıyormuş. DARP-32 adlı geni taşıyan kişilerde beynin komutu söyleneni yapma şeklindeymiş. Yalakalık ister genetik olsun ister sonradan kazanılmış bir davranış olsun, yalakalığın ırkı, dini, dili ya da mezhebi yoktur. Yalakalıkla ilgili bazı önermeler; Yalakalar;
1.Genelde onursuzdurlar; kendinden daha varlıklı olan birine yaranarak bir avantaj sağlamak isterler.
2. Zeki değildirler; kendinden daha akıllı olan birine yaranmaya çalışırlar.
3.Güçsüz ve yetersizdirler; güçlü ve yetkin olan birilerine yaranarak mevki ve itibar elde edeceğini düşünürler.
4.Ruhsal yönden doymamıştırlar; iradeli ve özgüveni olanlara yalakalık yaparak ruhsal doyum elde etmeye çalışırlar.
5.Toplum içinde değersizdirler; saygınlığı olan birine yaranarak toplumda yer edinmeye çalışırlar.
6. Horlanan, aşağılananlardandırlar; kendilerini horlayan ve aşağılayan kişi ya da kişilere yaranarak bir savunma mekanizması geliştirirler.
7.Ezilendirler; ezenlere yalakalık yaparak kendini ve başkalarını onlardan biri olduğuna inandırmaya çalışırlar. Özgürlüğü sevmezler, uşaklık ideolojisi içerisinde yalakalık yaparak mutlu olurlar.
Konu ile ilgili çok sevdiğim birkaç sözü paylaşmak istiyorum; “İktidar dalkavukluktan hazzetmeye başladığı zaman, şeref daima ayaklar altında ezilmiştir” Shakspeare, “Hiç kimse size kendinizden daha akıllıca nasihat veremez.” Cicero, “Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden fazla ise, o ülke batar.” Montesquieu, “Yalaka koyun, kasabın keskin bıçağını övermiş.”Atasözü
Yalaka, her zaman nefret uyandıran bir tiptir. Örneğin Dante’nin İlahi Komedi’sinde, yalakalar, cehennemin sekizinci çemberine atılmış, kendi dışkılarının içinde yüzmeye mahkûm edilmiş, en iğrenç günahkârlar arasında yer alırlar.
Nizamettin Biber

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder