Patrimonyal devlet
sisteminde hükümdarın veya liderin elinde bulunan, astlarının önem verdiği
değerlerin, gücün paylaşımında çoğunlukla çekişmeler, çatışmalar (saray
entrikası) yaşanmaktadır. Osmanlıda padişah dahil gücü, erki elinde bulunduranlarla
bu güçten ve o gücün imtiyazlarından faydalanmak isteyenler arasında karşılıklı
beklenti içerisinde olduğu, bir bağımlılık gelişmiş, bu ilişki zamanla bir gelenek
ve kültür halini almıştır.
Halil İnancık, ‘Patrimonial Devlet ve
Sanat Üzerinde Sosyolojik Bir İnceleme’ alt başlığı ile ‘Şair ve Patron’ adlı
eserinde; üzerinde koruyucu tavrı bulunan hükümdarların özellikle dönem
şairlerinin ortaya koydukları eserlerde kendilerini hissettirdiklerini
belirtir. “Patrimonial devlette her türlü nimet ve mertebe, yalnız ve yalnız
hükümdardan kaynaklandığı için buna erişmek isteyen namzetler arasında kıyasıya
bir rekabet, haset, entrika ve yaltakçılık egemendi ve toplumun ahlakını ya da
ahlaksızlığını (genellikle) oluştururdu. Osmanlı Vekayinameleri ve Şua’ra Tezkiyeleri bu acımasız rekabet ve
çekişmelerin hikayeleriyle doludur.” İnalcık, Osmanlı klasik şairleri üzerinde
etkili olduğunu söylediği patronaj sisteminde, koruyan ile korunan arasındaki
koruyucu tavrı belirleyen ilişkileri de irdeleyerek şu soruyu soruyor, “Bu
arada ilişkide patron kurduğu kişiye nasıl ihsanda (iyilik) bulunuyor?” İnalcık
buna cevabını şu sözlerle vermektedir: “Bir eser veya kaside yazar sahibine,
patronun inayeti türlü biçimlerde kendini gösterir. Sultan mesleğine göre,
münşi ise katipliğe, ulemadan ise müderrislik, kadılık gibi bir ilmiye
mansıbına veya vakıf hizmetine tayın eder; asker ise tımar, zeamet veya hassına
teraki verir. Kaside sunan şairlere cai’ze, çoğu zaman gümüş akçe (nadiren
altın sikke) olarak ve yünlü veya ipekli hi’lat verilirdi. Divan dilinde ulema
ve şairlere yapılan para bağışına, in’am, ca’ize hil’ata came denir. Genelde
ca’ize, 1000 ila 3000 akça (20-60 altın) arasında değişirdi.”
Topkapı Sarayının eski müdürü Tahsin Öz
tarafından, müze arşivinde bulunan değerli bir vesika vardır ki yalaka (dalkavuk)
esnafının içeriğini gereği gibi aydınlatmaktadır. I. Sultan Mahmud devrine ait
olup kime hitap ettiği belli olmayan bu vesika bir dilekçedir. Bugünkü dille
içeriği şöyledir: “Devletli inayetli, merhametli efendim. Kimsesiz dalkavuk
kullarının arzuhalidir. Her sene ramazan-ı şerif geldiğinde İstanbul’da davetli
davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalın devletin sair büyüklerinin mevki
sahiplerinin, büyüklerin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü
reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavukgöğüsleri,
elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer ve
içeriz. Üstüne göbek tütünü ve kahveyle ikram görürüz. Lakin içimizde bazı
terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz
efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Yalakalık
(Dalkavukluk) sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz
aşikardır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı,
içimizden uygunsuzların tard (uzaklaştırmak, sürmek) edilmesini, tavır ve hareketleri
hepimizin makbulü olan Şakir Ağanın kahya tayın olunmasını eline memuriyetini
bildiren bir vesika ihsan buyurulmasını niyaz ederiz. Emr ü ferman devletli,
inayetli efendim sultanım hazretlerinindir. İmza: dalkavuk kulları”
Bu vesikanın altına da şu dikkate değer satırlar yazılmıştır.: “Dalkavuklar
kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer trabzan
yanındaki küçük minderdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve
tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh (çirkin) tabirlerden ve
küfürlerden gayetle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla
tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. Verilen ihsanı (iyilik)
gizlice alacaklardır. Verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında
övünmeyeceklerdir.”
Cumhuriyetten önce her birey Osmanlı
hanedanının kulu ve bu kulların oluşturduğu topluluğa da tebaa denirdi. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve saltanatın kaldırılmasıyla kul olarak tanımlanan
bireyler, yasalarla belirlenmiş hak ve özgürlüklere sahip yurttaşlık kimliğini
kazanırken tebaanın yerini de millet ve ulus kavramı almıştır.
Cumhuriyet; bireyi kulluktan vatandaşlığa
taşımış sistemin, özgür bireyin öteki adıdır. Yalakalık, Dalkavukluk kültürünün
yok edilmesi, ancak; nitelikli bir eğitimle, davranışı olumlanmış, kişiliği
gelişmiş bireyin, yerleşik bir hukuk sisteminin varlığına, devlet yönetiminde
liyakatın etkinleştirilmesine bağlıdır.
Nizamettin BİBER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder