
Farklılaştık mı? Uzaklaştık mı her şeyden, kendimizden, çevremizden, toplumdan? Yaşadığımız toplum içinde diğerleri ile bağlantımız, rabıtamız yok mu?, sağlıklı ilişki kuramıyor muyuz? Topluma uzantısı olmayan bireyler miyiz?
1-İçinde
bulunduğumuz ve yaşadığımız olumsuz olaylara karşı koyamıyor muyuz? Karşı
koyamadığımız için ezikliğin suçluluğunu mu duyuyoruz? Geleceğimizi, kendimiz
değil, dış etkenlerin, yazgının, şansın ya da kurumların belirlediğini mi
düşünüyoruz?, Olayların boyutları kendimizi çok mu aşıyor? Olayları regüle
(düzenleme) etmekte zorlanıyor muyuz? Harekete mi geçemiyoruz? Güçsüz olma
duygusunu mu yaşıyoruz?
2-Yaşamımızı,
dolayısı ile yaşadıklarımızı, dünyaya gelişimizi anlamsız mı buluyoruz?
Davranışlarımızı yönlendirecek değerlerden yoksun muyuz? Yaşamımız ve çevremize
dair çoğu şeyi anlamlaştıramıyor muyuz? Genel olarak yaşamın amaçsız olduğunu
mu düşünüyoruz?
3-Kendimizi
hiçbir yere ve hiçbir kuruma ait hissetmiyor muyuz?, Kimseye karşı
sorumluluğumuz yok mu?, Hayatımızı başkalarının koyduğu bazı kurallar
sınırlamıyor mu? Hiçbir kuralı takmıyor muyuz? Kuralsızlık, anarşizm mi
yaşıyoruz?
4-Toplumda
kendimize uygun bir yer, bir iş bulamadık mı? Yaptığımız işler kendimizi tatmin
etmiyor mu? Kendimizi marjinelleşmi hissediyoruz?
5-
Sıkıcı ve bunaltıcı işlere zorlandığımızı hissediyor muyuz? Hapsolunmuşluk
hissi yaşıyor muyuz?
Tüm
bu sorulara %50’den fazla yanıtımız evet ise “yabancılaşma” yolundayız.
İnsanların içinde yaşadıkları toplumsal dünyanın sorumluluğunu üzerlerine
aldıkları toplum tipini “Aktif toplum” olarak tanımlayan Amital Etzioni,
yabancılaşmayı, “kişinin dünya karşısındaki tepkisizliği” olarak
tanımlamaktadır. Etzioni, yabancılaşmanın köklerini bireyin düşünce yapısında
değil, toplumsal ve politik yapıda görür. Ona göre, yabancılaşma ve otantik
olmama durumları birer eksikliktir, bu eksikliklerin” aktif toplum” tarafından
karşılanması gereken insani ihtiyaçlarını dört maddede toplar;
1)Duygusal
yakınlık ya da dayanışma, uyum ve sevgi ihtiyacı,
2)Tanınma
ya da öz saygı, başarma, takdir görme ihtiyacı,
3)Kendinden
önceki ve sonraki düşünceye uygunluk ya da oryantasyon (yönlendirme, yön
verme, kılavuzluk etme), tutarlılık, sentez anlam ya da bütünlük ihtiyacı,
4)Sık
ve öngörülebilir ödüllendirmeleri mümkün kılan tekrar tekrar memnun edilme
ihtiyacı.
Toplumlar,
önüne geçilemeyecek derecede kadar sosyal bunalımlar, yıkımlara doğru hızla
sürüklenmektedir. Yabancılaşma ile bilinçlilik ilintili iki kavramdır.
Yabancılaşma sürecini yaşayan insanlar “yanlış bilinçlenme”den dolayı zarar
görüyor ve acı çekiyorlar. Yanlış bilinçlendirme, İnsanın özünün, yaratıcılık
ve etkinliğinin bastırılması ve işlevsiz hale sokulmasıdır.
Halkın
büyük bir çoğunluğu, geçim sıkıntısı ile mücadele ederken çok zaman harcadığından,
düşünmeye ve kendini geliştirmeye yönelik zaman ayıramıyor. Günümüzde, iletişim
araçları toplumlarda çok büyük kitleler halinde yabancılaşmış ruhlar yaratıyor
ve o ruhlar için anlık zevkler sağlıyor. Yabancılaşan bireyi aldatarak yaşadığı
sefaleti ona unutturuyorlar ve reklam kurumları aracılığı ile üretilen yapay
arzuları ve örnek tipleri çok daha fazla çalışmaya güdülüyorlar. Bunun sonucu
olarak ta insan fazla çalıştığı oranda fazla yabancılaşıyor. Yabancılaşan o
insanlar, bir takım kaçış olanakları içinde her aşaması para demek olan
tüketime yöneliyor.
Marx,
kapitalist toplum koşulları altında bir işçinin öteki işçilerle, emeğinin
ürünleri ile hatta kendisi ile anlamlı bir ilişki içinde yaşamasının olanaksız
olmasına “yabancılaşma” demişti.
Psikiyatri,
yabancılaşmayı normalden sapma olarak işaret etmektedir. Çağdaş psikoloji ve sosyolojinin,
kişinin kendisine, toplumsal, kültürel ve doğal çevresine karşı yabancılık
duygusu hissetmesi, uyumunun, özellikle çevresi üzerindeki denetiminin azalması,
bu denetim ve uyum azalmasının, giderek yalnızlığa ve çaresizliğine yol açması
olarak gören yabancılaşma tarifini, bizler tanıyor muyuz, yabancı mıyız?
Sosyalleşmenin,
iletişimin Facebook, Twitter, Whatsapp, İnstagram… çok yoğun yaşandığı bir çağ
geçiriyor olmamıza rağmen, her şeyden uzaklaşıyoruz. Birey olarak eğer, çağın
kronik “yabancılaşma” hastalığını engellemek istiyorsak, güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, kültürel yaygınlaşma
(Toplumdaki yerleşik değerlerden kopma duygusu), toplumdan izolasyon
düşüncelerini kafamızdan atmalı, kendi gerçekliğimizi kavrama konusunda çaba
sarf etmeliyiz!
Nizamettin
Biber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder