Ernst Note, I.Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı sonu arasındaki yıllardan “faşist dönem” olarak söz eder. İlk olarak I.Dünya Savaşı’nın ardından İtalya’da Benito Mussolini’nin önderliğinde ortaya çıkan, otoriter devlet üzerine kurulu radikal milliyetçi siyasi ideoloji, faşizm olarak bilinir. Faşist (buyrukçu düzen) yönetimlerin başa geçmesi Almanya’da demokrasiyle, İtalya’da hükümdarı tehdit etmekle (Roma Yürüyüşü), İspanya’da ise iç savaşın kazanılmasıyla gerçekleşmiştir. Faşist Almanya, İtalya ve İspanya gibi toplumlarda, kadın ailede kocaya ve çok çocuk doğurarak nasyonel-sosyalist devlete hizmet etmesi gereken aşağı bir yaratık olarak gören araçsal bakış açısı sistemleştirilerek bir doktrin haline getirildi. Nazi Almanya’sı 3 K (Çocuk-Kınd, mutfak-küche, kilise-kirche) sloganını benimsemişti. Kamu işlerinde çalışan evli kadınları bir kararnameyle işten çıkaran ilk ülke de Almanya oldu. Ayrıca, genç kızları kültürsüz bırakmak için liselere ve karma okullara girmesini yasaklamak ve onları iyi ev kadını olmaya hazırlayan okullara yöneltmek üzere bir dizi önlem alındı. Olgunluk diploması alabilecek kadın oranı % 10 olarak donduruldu. Kadınların doktorluk mesleği yapması yasaklandı. Nazi doktrinine göre “kadın bir tür hayvandı.” Aile, onun içinde yaşayabileceği tek doğal ortamdı, cinsel yönden inisiyatifini tutan kadın, onlara göre bir Yahudi, zenci ve eşcinsel kadar soysuz bir yaratıktı.
Feminizm, bir burjuva sapkınlığı olarak suçlanıyordu, çünkü bu akım dünyanın doğal düzenine karşı çıkarak, kuralları çiğniyordu. Naziler kadını dışlayan ve Anayı yücelten bir eşcinseller topluluğu idi. İspanya’da da kadınlar, Franco döneminde, Cumhuriyet rejimi altında onlara tanınan tüm hakları (1931’de tanınan oy hakkı, Katalonya’da kürtaj hakkı gibi) yitirdi.
Kadınların desteği olmasaydı büyük güçler Avrupa’da faşist iktidar kuramayacakları gibi faşist yönetimleri de, işgalleri de önleyemezlerdi.
Kadınlar, faşizme karşı, düzenli ordulara, gerillalara katılarak savaştılar. Bu konuda Nazi saldırılarına karşı Sovyet kadınlarının çabaları dikkat çekiciydi. 900 gün süren Leningrad kuşatmasına karşı, 600 km uzunluğunda tanksavar hendeği açtılar, kentin çevresini dikenli teller ve duvarlarla tahkim ettiler, banliyölerde barikat kurdular, uçaksavar ve gerilla savaşlarına katıldılar, bombardımanların yol açtığı yangınları söndürdüler, cephane fabrikalarında üretim yaptılar, Nazilerin bombardıman ve ablukası ile açlığa mahkum olan 2.5 milyon kişilik kent nüfusunu beslemek üzere, kentin ortasında sebze yetiştirdiler. Tüm dünya Ülkelerin kadınları (İngiltere, ABD, Hindistan, Avusturya vb.) Sovyet kadınları ile dayanışma içine girdiler.
Orta ve Güney Avrupa kadınları, Bulgar, Yugoslav, Polonya, Çek kadını faşizme karşı düzenli veya gerilla hareketine katılarak amansız savaş verdiler. Üç kadın, komünist Daniele Casanova, Hıristiyan Berthie Albrecht, sosyalist Suzanne Buisson değişik siyasi ve dini inançtan kadınları simgeliyorlardı. Toplama kamplarında bile kadınlar direndi. İtalya’da da yüz binlerce kadın faşizme karşı mücadele etti, İspanya’da aralarında Eva Forest ve Lydia Falcone’un da bulunduğu binlerce kadın Franco’culuğa karşı mücadele ettiler. Binlerce kadın, toplama kamplarına sürüldü, mahkum edildi, binlercesi işkence gördü, kurşuna dizildi ya da çatışmalarda öldü. Avrupa’da kadınlar bugünkü özgür ve refah koşullarını atalarının faşizme karşı ölümüne vermiş oldukları mücadeleye borçlular. Kadınların statü kaybına uğraması ve onların “doğurma makinesi” olarak tanımlanması faşist rejimlerin kadınlara bakış açısını göstermektedir.
Tarih bize göstermiştir ki, Toplumlar ne zaman sıkışır totaliter bir hal alırsa ilk müdahale grubu olarak kadınlar seçilmiştir. Ben diyorum ki;
“Faşizmin korkusu kadındır, kadın direnirse toplum direnir.” Nizamettin BİBER
Not; Ben bu yazıyı 17.11.2016'da taslağa kaydettiğimde ise kadına amiyane tabirle "evde çubuk şişirir, çorba pişirir." zihniyeti ile bakılan bir toplumda, kadının tecavüzcüsü ile evlenmesi yasallaşıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder