Günümüz insanı için yaşadığı özel hayat bile içinden çıkılması güç bilinmezlik ve karmaşa ile doludur. Gündelik hayatında karşılaştığı güçlüklerle baş edemediğini gören sıradan insanın bilebildikleri, kavrayışı, ailesinin ve komşuluk ilişkilerinin dar kalıplarıyla sınırlıdır; toplumdaki diğer hayat kesimlerinde ise, sıradan insanın alışık olmadığı, yaşamadığı bir karmaşık düzensiz hayat söz konusudur. Toplumsal hayatın bu kesiminde sıradan insan, olan bitenlerin seyircisi durumundadır. Pratik yaşam için geçerli olan ihtiraslar ve sorunlar, toplumsal hayat kesimine doğru yayıldıkça, bireyin toplumsal yaşam karşısındaki şaşkınlığı ve güçsüzlüğü de artmaktadır. Çağdaş insanın bu güçsüzlük ve şaşkınlık duygularının temelinde kişisel nitelikte olmayan, günümüzde kıta genişliğine varmış toplumların sosyal yapılarında oluşan değişimler ve karmaşalar bulunmaktadır.
Her gün bir gece önce bıraktığımızdan daha karışık ve düzensiz görünen bir dünyaya uyanmaktayız. Artık hiçbir şey işe yaramayacak gibi görünüyor. Sürekli olarak yoluna koyma düzenleme uğraşı ile geçip giden hayatımızı onarıyor, yamalıyoruz. Bizi yönetenler dahil herkes şikayet ediyor zaman zamanda özür diliyorlar. Tam bunalımdan çıkış yolu bulduğumuzu düşünürken, sadece geri tepme ile karşılaşıyoruz. Egemen güçler, yaşanılan sorunlara, çözmeyi amaçladıklarından daha beterini yaratan çözümler getirmeyi sürdürüyor. Dünyada yaşanan küresel ısınma, çevre kirliliği, doğal afetler, nükleer santral kazaları, açlık ve yoksulluk, bulaşıcı hastalıklar, obezite, terör, uyuşturucu madde bağımlılığı, şiddet ve taciz, ekonomik sorunlar, nükleer savaş tehlikesi, yoğun insan göçleri, mülteci kampları, ölen masum insanlar, bağırıp çağrışmalar, üretim ve işlerde kayıp, enflasyonun katlanarak artması, artık bizim penceremizi açıp umutsuzca “Bütün bunlar için niye bir şey yapılmıyor?” diye bağırmaya itiyor. Emperyalistleri, uluslar arası petrol ve diğer şirketleri, Ülkeleri yöneten ekonomistleri, çalışanların örgütleri olan sendikaları, entelektüelleri, aydınları ve bu işte rolü olduğunu düşündüğümüz herkesi suçluyoruz ve hala her şey kötüye gidişini sürdürüyor.
Çevremize baktığımızda, sadece, çöpler ve kirlenmenin, topraklarımızdan taşarak, nehirlerimize sızarak ve havamızı can çekiştirerek her bölgede yığıldığını görüyoruz. Gözlerimiz yanıyor, cildimiz soluyor, ciğerlerimizi büzüşüyor ve tek düşünebildiğimiz, evlerimize çekilip kepenkleri indirmek oluyor.
Gittiğimiz her yerde kendimizi sıralarda beklerken veya köşelere itilmiş buluyoruz. Başaramıyoruz, başarısızlığa uğruyoruz, toplum olarak başarısızlığa uğruyor ve bir an için dünyayı arkamızda kendi karmaşasında bırakıp, yolumuzdaki her şeyden vazgeçme isteğini duyabiliyoruz.
Bize başka yerlerde durumun daha iyi olmadığını söylüyorlar, hiç değilse bu kez haklılar. Gelişmiş Ülkelere bile baktığımızda, hangi ekonomik sistem olursa olsun ister sosyalist ister kapitalist olsun, hepsi ortak bir bunalımın pençesinde kıvranıyor. Çözülmenin önüne geçilemeyen gücü hepimizi yiyip bitiriyor.
Dünya yıkılmaya ve parçalara ayrılmaya başladığında, asıl sorunun nerede olduğunu saptamak için dünyanın düzenleme tarzına, entropisine bakmak zorundayız. Çünkü bu noktada, evrensel bir sorun için tek tek liderleri, ideolojiler, inanç sistemlerini suçlamak akıl karı olamaz. İnsanoğlu tarih boyunca hayatın etkinliklerini düzenlemek için bir referans çerçevesi kurma ihtiyacı duymuştur. Günlük varoluşun nedenlerini ve nasıllarını açıklamak ve düzenlemek ihtiyacı her toplum kültürünün temel taşlarını oluşturmuştur.
Ne var ki, hastalıklı, ölmekte olan ve hayat verdiği her şeyi kirleten bir dünya görüşüne teslim olduğu için yaşadığımız gezegenimizde hiçbir lider, ideoloji ve inanç sistemi, yaşanılan evrensel bunalıma etkili bir çare sağlayamıyor.
Eşi görülmemiş savaş, terör vahşetleri, mezhep savaşları, açlık, kıtlık, salgın hastalıklar, artan hukuk dışılık, yeryüzünün harap edilmesi, doğal afetler, başa çıkılması zor kritik yaşam süreçleri, doymak bilmez para ve meta sevgisi, ana babaya, insana, kadına, çocuğa hayvana, doğaya karşı şiddet ve sevgisizlik, hedonistlik, öz denetim eksikliği, iyilik düşmanlığı, yaklaşan tehlikeye aldırış etmemek…
Sıfır umutlar, terk edilmişlik, saçmalık, mahkûmiyet, suçluluk, zamanın ve mekanın dışındalık, kendisine ve diğer insanlara yabancılık, gülünçlük, güçsüzlük, müstehcenlik ve iğrençliği besleyen vahşet kesidi, geçmiş değerlerle ilişkisini koparmış, geleceğin değerlerini yansıtamayan insanlar yığınında bu entropik düzen yerini almıştır.
Yaşanılanlar için; dünyanın çivisi çıkmış yerine dünyanın entropisinin ayarı kaçmış demek doğru olur diye düşünüyorum.
(Entropi; en kaba tanımla, bir sistemin düzensizliğinin ölçüsüdür.)
Nizamettin BİBER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder