Cadı
avları ilk olarak 15. yüzyılda Fransa’nın güneyinde, Almanya’da, İsviçre ve
İtalya’da görülmeye başlanır. Avrupa köylülerinin en çok güçlendiği dönemde
başlayan cadı avları, devletin ve soyluların giderek artan saldırgan tutumu
karşısında köylülerin direncini büyük ölçüde kırmıştır. Hurafe ve batıl
inançların hayata egemen olması, binlerce ve hatta milyonlarca (yaklaşık 1
milyonla 8 milyon arası) güçsüz ve zayıf insanın hayatına mal olmuş; onlar, en
acımasız işkencelerle yakılarak öldürülmüşlerdir. Batı’da bu yolla
öldürülenlerin % 90’ı kadın olmuş, 1200’lü yıllardan 1750’lere kadar, yaklaşık
600 yıl boyunca Batı’daki bu insanlık dışı uygulamaların en güçlü referansı ise
Kilise ve onların ürettiği kaynaklar olmuştur.
Cadı
olduğu iddia edilenlere karşı en genel suçlamalar olarak, bedenlerini ve
ruhlarını şeytana satmaları, büyü yaparak çocuk öldürmeleri ve onların
kanlarını emmeleri, hayvanlara ve ürünlere zarar vermeleri, fırtınalar
çıkarmaları olarak bilinir. Bu suçlamalara karşı cadı olarak suçlanan
kadınların savunmaları söz konusu değildir. İşkence altında alınan ifadeler
dışında yazılı beyanların olmayışı dönemin yargı sürecinin ne denli sert
olduğunu gösterir. Aslında cadı avları kadın bedeninin, emeğinin, cinselliğinin
ve yeniden üretim yetilerinin devlet kontrolü altına alındığı bir dönemin
başlangıcını teşkil etmiştir. Toplum içerisinde hoş görülmeyen kadın
davranışları bile zamanla cadılıkla özdeşleştirilmeye başlanılmış, kanıt
bulunamasa dahi gerçekleştirilen infazlar dönemin cadı avlarının sadece
büyücülükle ilgili olmadığını göstermiştir. Cadı avlarının arka planındaki
belirleyici unsurlar olarak, topraklara el konulması, kolektif ilişkilerin yok
olması ve kırsal kapitalizmin gelişimi olarak belirtilebilir. Korku ve zulmün
artması, zaman içinde durumu en yakın kişilerin birbirlerinden şüphelenmesi
noktasına getirmiştir. İngiltere’de cadı olarak suçlanan kadınların,
yardımlarla ayakta duran yaşlı kadınlar ya da yemek dilenen kadınlar olması
ilginçtir. Bu kadınların aşırı yoksul olması, onların yiyecek için şeytanla
işbirliği yapmış olmaları gibi tuhaf kanılara yol açmıştır. Kendilerine sadaka
vermeyenleri lanetlemeleri, ürünlere zarar vermeleri vb. suçlamalarla bu
kadınlar infaz edilmiştir. Elizabeth Francis’ın, kendisine maya vermeyen
komşusunu lanetleyerek komşusunu hasta ettiği, Ursula Kemp’in, kendisine biraz
peynir vermeyen bir Dük’ü topal ettiği, Alice Newman’ın on iki pens istediği
ama alamadığı yoksulların tahsildarı Johnson’un vebaya tutularak ölmesine neden
olduğu gerekçesi ile öldürülmeleri trajikomik örneklerdir.
2016
yılı Şubat ayı haberine göre, Nijerya’da iki yaşındaki bir çocuk ailesi
tarafından “cadı” (Nijerya’da çocukların başına sıkça gelen bir durum, Pentakostalizm
inancı rahipleri bazı çocukları cadı olmakla suçluyor. Bu çocuklar aç
bırakılıyor, hatta bazen öldürülüyor.) olduğu düşüncesiyle sokağa terk
edilen, 8 ay boyunca sokaklarda yaşam mücadelesi veren çocuğa, bölgede gönüllü
yardım hizmeti vermek için bulunan Danimarkalı kadın el uzattı. Yardım ekibi,
açlıkla savaşan iki yaşındaki çocuğu solucanlar tarafından her yeri kemirilmiş
ve yaralanmış halde buldu. Huffington Post’un haberine göre “Hope/Umut” ismini
verdikleri çocuğu Danimarkalı yardım sever Anja Ringgren Loven, hastaneye
kaldırarak, kaybettiği gücünü toplaması, vücudundaki solucanlardan arınması
için tedavi altına alındı. Danimarkalı yardım görevlisi “Hope (Umut)” adını
verdikleri çocukla yakından ilgilendi. Anja
Ringgren Loven’ın kendi oğlu ile her gün ziyaret ettiği ve yakından ilgilendiği
çocuğun tüm masrafları yine Loven tarafından karşılandı. Kendi yemeğini
yiyebilen, yardım almadan doğrulup oturabilen ve sağlık durumu şimdilik iyi
yönde stabil olan çocuk, hayata döndü ve etrafına gülücükler saçmaya başladı.
Anja
Ringgren Loven olanların ardından “O çocuk güçlü bir çocuk. Olanlar kelimelerle
nasıl anlatılır bilemiyorum ama bunlar hayatı güzel kılan şeyler, fotoğraflar
her şeyi özetliyor.” şeklinde konuştu. Nijerya’da ailesinin, “cadı” olduğu
düşüncesiyle sokağa terk ettiği o minik 1 yılın sonunda artık çok sağlıklı ve
mutlu.
Bilim,
sanat, teknoloji ve rasyonel aklın dışında hurafe ve batıl inançların egemen
olduğu toplumlarda 21.yüzyılda dahi yaşananları görüyoruz. Kefere batı denilen Batıya,
Avrupa’ya kadim ve kutsal topraklardan insanlar ölümüne kaçıyor. Sn. Maliye Bakanı
“AB ekonomisi çökmüyor. Tam aksine büyük bir başarı hikâyesi ve yaklaşık 510
milyon insan huzur ve refah içinde yaşıyor diyor.” Peki, siz ne diyorsunuz?
Nizamettin
Biber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder