Evrim düşüncesine bilimsel temel kazandıran doğa bilgini Darwin, Entelektüel bir aile geleneği ile büyüyen, üç yıl tıp öğrenimi gördükten sonra ilahiyat öğrenimi için Cambridge Üniversitesine girdi. Ama onu asıl ilgilendiren şey böcek koleksiyonu idi. Bu merak ona beş yıl süren bir bilimsel geziye katılma olanağı sağladı. İngiliz Kraliyet gemisi Beagle’le sürdürülen bu gezinin misyonu Patagonya, Tierra del Fuego’nun yanı sıra Şili, Peru ve Pasifikteki bazı adaların haritasını çıkarmak, Güney Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda ve Tasmanya kıyılarını kapsayan dünya çevresinde bir dizi kronometrik ölçmelerde bulunmaktı. Darwin, geziye doğa bilimcisi kimliğiyle katıldı. 1831’de denize açılan gemi 1836’da İngiltere’ye döndü. Zamanında, yüklü inceleme notlarıyla gemiden inen Darwin’in dönüşü yakınlarının dışında kimseyi ilgilendirmiyordu. Ancak aradan 23 yıl geçtikten sonra bu gezinin bilimsel önemi, insan düşüncesinde yol açtığı büyük devrim ortaya çıkmış olacaktı.
Darwin kuramı üzerinde bilim adamları arasında başlayan tartışma çok geçmeden genişledi, halk kesimlerine inen kırıcı çekişmeye dönüştü. Bilim dünyasında çoğunluk açık ve doyurucu bulunan doğal seleksiyon düşüncesine bağnaz çevrelerin tepkisi gecikmedi. 1860’ta yer alan ve “Oxford Toplantısı” diye ün kazanan ilginç çekişme aradan yüz elli yılı aşkın bir zaman geçmesine karşın unutulmamıştı. Taraflar çatışmaya hazırlıklı gelmiş, Kilise yüzyılların deneyim ve bilenmiş argümanlarıyla ortaya çıkıyordu. Hedefi Darwin’ciliği vurmak, kutsal kitabın yanılmazlığı dogmasını kurtarmaktı. Düelloyu, etkili konuşma gücüyle tanınan Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce üstlenmişti. Olayın öyküsünü Huxley’in Yaşamı ve Mektupları adlı biyografiden dinleyelim:
Daha toplantı salonunun kapıları açılmadan Oxford, Piskoposun Darwin’i ezeceği söylentisiyle çalkalanmıştı. Wilberforce’u tartışmaya, Darwin’e kişisel kin besleyen Profesör Owen hazırlamıştı. Karşısında Darwin’in “çoban köpeği” diye bilinen T.H. Huxley vardı. Aslında Huxley'in niyeti dinleyici olarak kalmak, tartışmaya katılmamaktı. Tartışmanın çok geçmeden demagojiye dönüşüp soysuzlaşacağı endişesini taşıyordu. Öyle bir kalabalıkta akıl değil, duygular ağır basacak, dolayısıyla bilimsel bir tartışmaya olanak olmayacaktı. Hatta arkadaşlarının ısrarı olmasa, toplantıya katılmayı bile istemiyordu. Toplantıya gelenler öylesine kalabalıktı ki, Oxford Müzesinde ayrılan salon yetersiz görülerek Kütüphanenin Batı Odası diye bilinen daha geniş bir salona geçildi. Konuşmacılar daha gelmeden salon tıka basa dolmuş, nefes alınacak yer kalmamıştı. Salonun batı kesiminde pencerelere kadar doluşan bayanlar yer almış, bir yandan yelpazeleriyle serinlerken bir yandan da el kol işaretleriyle piskoposu coşkuyla selamlıyorlardı. Piskoposun hazır kuvveti kilise takımı da salonun tam ortasında yer almıştı. Salonun kuzey kesimine ise, öğrenciler yığılmıştı; azınlıkta olmakla birlikte onlar da Darwin için seslerini yükseltmeye hazırdılar. Wilberforce konuşmak için yerinden doğrulmaya başlayınca salonda gerginlik arttı, tüm gözler ona çevrildi. Piskopos yarım saat boyunca parlak ama içeriksiz bir retorik örneği sergiler; dinleyicileri düşünmeye değil duygulanmaya iten, gerçekleri çarpıtan bir dil kullanarak, ağır başlı bir din adamı görünümünde, evrim düşüncesinin anlamsızlığını vurgulayarak; türlerin başlangıçtaki yaratılış biçimleriyle kaldığı, Tanrısal düzenin değişmeyeceği temasını işledi.
Dinsel törenlerde her zaman ustaca başvurduğu yöntemle konuşmasının etkisini yükseltmek, karşı tarafa ölüm darbesini vurmak için Huxley’e dönerek, alaycı bir gülümsemeyle şu soruyu yöneltti; “Şimdi öğrenmek istiyorum, sizin maymunla akrabalığınız anne tarafından mı, yoksa baba tarafından mı?”
Konuşmak niyetinde olmayan Huxley artık sessiz kalamadı, Piskoposa ağzının payını vermek fırsatı doğmuştu. Yavaşça yerinden doğrularak, sakin, kararlı bir ifadeyle, “Maymunla şu ya da bu yoldan akraba olmayı onur düşürücü bulmuyorum. Beni asıl utandıran şey, söz söyleme ustalığıyla gerçeği saptıran biriyle şu anda karşı karşıya kalmış olmamdır.” dedi
Huxley’in bu kısa yanıtı salonun havasını bir anda değiştirdi. İtiş kakış ve bağrışmalar arasında hanımlardan biri bayıldı. Öğrencilerin ısrarlı isteği üzerine dönemin tanınmış botanik bilgini Hooker kürsüye çağrıldı. Hooker konuşmasında Piskopos’un bilimsel verileri hiçe saydığını, bilmediği bir konuda uzmanlık tasladığını, “Türlerin Kökeni’ni” okumadığı halde kulaktan dolma sözlerle karaladığını belirtti. Piskopos kendini savunamaz duruma düştüğünden; kurtuluşu çevresiyle birlikte toplantıyı hemen terk etmekte buldu.
Oxford Toplantısı, aynı dili kullanmayan din ile bilimin bir araya gelip tartışamayacağını göstermekle düşünce tarihinde önemli bir yer tutmuş olacaktı.
Nizamettin BİBER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder