Dil, insanlığın en önemli buluşudur. Bugünkü uygarlık dil sayesinde oluşmuştur. Bir Ulus devleti belirleyen en önemli unsur da, dildir. Peyami Safa “Dilini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmiş demektir”, Kaşgarlı Mahmut “Dil ile düğümlenen, diş ile çözülemez”, Konfüçyüs “Bir Ulusun yönetimi bana bırakılsaydı, önce dilini düzeltirdim” demiş.
Dil denince, çalışmalarını daha çok toplumda bir Türkçe bilinci oluşturmaya adayan ve Türkçe’nin yabancı dillerin istilası altında olduğunu vurgulayan, eğitim dilinin Türkçe olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunan, Türkçede bulunan yabancı kökenli olduğunu söylediği bazı kelimelere çeşitli karşılıklar öneren Türk dehası olarak bilinen rahmetli Oktay Sinanoğlu’nu hatırlatmak istiyorum.
Yaşayan, konuşulan her dil değişime uğrar. Bu değişme, dilin bünyesinde yaşadığı kültürün değişmesinden ileri gelir. Mevcut farklılıkların bileşkesi ise, dilin olağan ve sağlıklı değişme çizgisini izler. Bu bir uzlaşma çizgisidir. Dil konusu, bir milletin kültür hayatında oynadığı önemli rolü nedeniyle, yalnız dilbilimcilerin değil, bütün eğitimcilerin titizlikle üzerinde durmaları gereken bir konudur. İdeolojik çıkmazlardan ve biçimcilikten kurtulmak isteniyorsa, sosyal hayatımızın hiç olmazsa asgari müşterekleri çerçevesinde samimi ve tutarlı bir çalışma yapılmalıdır. İçinde bulunduğumuz durumdan bizi ancak bilimin ışık tuttuğu çizgide, akılcı ve uzlaşmacı bir dil yaklaşımı kurtaracaktır.
Hani Mevlana’nın o ünlü sözü vardır ya “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır!” diye. Peki, karşımızdaki odun mu hiçbir laftan anlamıyor, ne dersen sivrisinek saz diye anlıyor, Nato mermer mi? Ya da eksik biliyorsak, ya da yanlışsak! Ya da olayın başka bir açıklaması varsa! O zaman bir uzlaşmacı dil kullanırsak anlaşabilir miyiz?
Anlamayana gerzek, aptal, şunu bunu bilmez, bilmeyene de cahil, köylü, kara zihniyetli yaftası yapıştırabilir miyiz? İnsanların, anlamaması, bilmemesi normal değil midir?
Konuşmak; ikna etmek için, fikirleri kabul ettirmek için değildir. Bağırıp çağırmak zayıfı susturmak içinse hiç değildir. Gerçek yetenek, karşılıklı diyalog halinde ortak noktalarda buluşabilmektir. Çağdaş tavır, en zıt fikirlerin çay, kahve eşliğinde, çatır çatır veriler desteğinde, ama söz kesmeden, laf sokmadan, sabırla anlatmak, aynı sabır ve dikkatle dinleyebilmektir.
Yıllar önce üst düzey bir yöneticimiz IMO (Uluslar arası Denizcilik Örgütü) toplantısına katıldığında özellikle yunan delegelerle kavga etmek gerektiği algısına kapıldığını, düşmanca bir tavır beslediğini, yıllar sonra bunun ne kadar komik olduğunu esasen tezlerin müzakere kültürü, uzlaşmacı bir üslupla ile savunulması gerektiğinin altını çizmiş bunu benimle paylaşmıştı.
Karşılıklı konuşmadan insanları ne düşman ne de hor görmelisin. Ulus için hayatı önem taşıyan konularda bile konuşurken tam karşıt şeyler savunulsa da içimizden karşımızdakini hain olarak etiketlememiz ön yargılı olabilir.
Düşüncelerimizde, bilgilerimizde yanılıyor olma ihtimalini göz ardı edemeyiz. Farklı olmak güzeldir, hatta çok güzeldir. Bizi, biz kılan farklılıklarımızdır.
Uzlaşmak istiyorsak, karşılıklı monolog yerine diyalogu tercih etmeli, dinlemeyi öğrenmeliyiz. Her türlü diyalogu bir kültür iletişimi ve bilgi aşırması şekline çevirmek gerekir. Dinlemeyi ve duymayı tahammül etmeliyiz. Dinlemeden anlayamaz, anlamadan anlaşamayız. Özeleştiri yaparsam eğer, “Bu konu benim asla başaramadığım bir süreçtir.” Bize yüzde yüz ters fikirleri dinleme antrenmanı ile hakaret ve aşağılama dinleme egzersizleri de yapmalıyız. Çoğu zaman sorarak dinlemek işe yarar. Ben senin gibi bilmiyordum bu konuyu; kaynak olarak önereceğin bir kitap var mı diye sorabilmeliyiz.
Konuşurken, diyalog halindeyken hep, hiç, asla, tümü, hiçbiri gibi keskin ifadelerden uzak durulmalıyız. Uzlaşmanın yolu güvenden geçer, samimiyet, iyi niyetli, anlayışlı ve hoşgörülü insanlar ön yargıların esiri olmaz, güven verirler. Güven de iletişimi sağlar.
Katılmadığımız görüş için “yoo, olur mu hiç hayır o dediğin öyle değil” bodoslama yaklaşımı yerine, en saçma fikirde bile, sabırla “sağ ol anlattığın için, ben konuyu farklı biliyordum” deme yöntemini nezaketini kullanmalıyız. Sabit fikirli insanların üzerine gitmek, ikna etmeye çalışmak, zaman kaybetmek yerine, yeni insanlar kazanmaya çalışmalıyız.
Bilmeliyiz ki toplumların hatta ulusların kamplara ayrıldığı, emperyalistler tarafından ayrıştırıldığı günümüzde uzlaşmadan yana alınıp verilen her nefes, insanlık adına büyük bir hediyedir. Birbirimizi kabullenmek, kendimize gösterdiğimiz toleransı başkalarına gösterebilmek, farklılıkları saygıyla kucaklayabilmek, ulusumuz içinde, Gezegenimiz içinde hayati önem taşımaktadır. Kavga, çatışma, savaş çözüm sunmuyor, sorunları daha da derinleştiriyor. İdeoloji ve inançlarımızı uzlaşmazlık nedeni olmaktan çıkarmalıyız.
Barış içinde sevgi ile mutlu yarınlar oluşturmak için mutlaka uzlaşma dilini kullanmalı, uzlaşmalıyız.
Nizamettin Biber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder