Kimi Sosyologlar, devletlerin kurulması, gelişmesi, gerilemesi ve çökmesi süreçlerini insanların doğup, büyüyüp ve ölmesine benzeterek açıklar. Osmanlının çöküş nedenlerini anlamak için hem Osmanlının hem de batının yükseliş nedenlerine bakmak gerekir. Osmanlının gelir kaynakları bize bu konuda da önemli fikirler sunar. Güçlü bir orduya sahip olan Osmanlı yayılarak savaşlardan gelirler elde ediyor, bağlı beyliklerden ve yabancı devletlerden vergi ve hediyeler alıyordu. Sağlıklı yürüyen bir ordu ile devlet ve toprak yönetim düzeni vardı.
Coğrafya koşullarının uygun olması, İpek ve Baharat yollarının büyük bir kısmının Osmanlının sınırlarında bulunması Osmanlıya ekonomik olarak büyük avantajlar sağlıyordu. İpek ve baharat yolları ticaretine yönelik; kervansaraylar, hanlar, bedestenler, kapalı çarşılar yapılmıştı. Osmanlı hem gelir vergisi hem de gümrük vergisi alıyordu.
Osmanlı’nın sınırları içinde elverişli maden alanları vardı, bakır, demir, gümüş ve altın işlemeciliği yapılıyor, maden kaynakları kişilere kiralanıyor, ancak esas sanayi kurumları ise devletin tekelindeydi. Yetenekli zanaatkârların büyük çoğunluğu devlete alınıyordu. Yarım göçebe bir hayat yöntemi olduğundan göçebe ve yarı göçebe olanlar hayvanlar ile vergilendiriliyor, at yetiştirenlere ise ayrı bir önem veriliyordu. Gümrük vergilerinin yanında maden, orman ve tuzla gelirleri de söz konusu idi.
Batıda, önce Rönesans, daha sonra da reform, sınıf savaşları, Aydınlanma hareketleriyle ortaya çıkan bilimsel ve rasyonel düşünme ilkeleri ve teknolojik gelişmeler yaşanırken, Osmanlı gücünün doruğunda atalet içindeydi. Osmanlı, sanayi devrimini başlatan teknolojik buluşlara (Buharlı Makinenin bulunması, Buharlı makineyi gemilere uygulanması, buharlı makine lokomotiflerde kullanılması, telgrafın, telefonun bulunması, pancardan şeker yapımı, suni gübre, biçerdöver icadı, konserve yiyecek imalatı, köprü, kanal, demiryolu, vb. inşaatlarında gelişmeler) uzak kalmıştı.
Ticaret sektörünü akıl almaz bir kırtasiye ve vergi sistemi ile denetleyen, sanayi kollarının rekabetini ve üretimini merkeze bağlı bir ahilik sistemi ile sınırlamıştı. Tarımsal alana miri toprak düzeni ile egemen olan Osmanlı yalnız batıdaki sanayileşmenin ilk koşulu olan sermayemin belirli ellerde (burjuva sınıfı) toplanmasını önlemek ile kalmamış, sanayileşmeyi yaşatacak ve hızlandıracak olan bir batı parlamentarizmin ana unsurunu oluşturan burjuva sınıfının da doğmasını önlemişti.
Rasyonel düşünceden uzak, yeniliğe kapalı bir düşünce ve yaklaşımla teknoloji geliştirememiş, ancak kötü bir taklitçilik yapılmıştı. Nihayetinde Osmanlı’da yeniliğin ve dolayısı ile sanayileşmenin motoru, İslamiyet’i sonradan kabul etmiş genelde Batı kültürü ile yetişmiş kişiler olmuştu.
Devletin vergi ve asker dışında halkla kurduğu tek ilişki kanalı olan medreseler tamamen çürümüştü. 16. Ve 17. Yüzyılları boyunca ticaret yollarının değişmesi ve ard arda gelen kıtlıklar sonucu Anadolu’da baş gösteren isyan ve karışıklıklar, dirlik ve düzeni de bozmuştu.
Bu ortamda hem yeni vergi yüklerinden hem de askerlikten kaçan gençlerin çoğu medreselere doluşmuş, göreceli nitelikli bir eğitim veren medreselerin yapısı bozulmuş, toplumun az da olan entelektüel enerjisi felç olmuştu. Bu süreçte İstanbul’daki taht kavgaları, yeniçeri isyanları ve sefalet devlet aklını da yok etmişti.
III. Selimin yenileşme, modernleşme çabası başlamış, II. Mahmut döneminde yeniçeriliğin kaldırılması ve toprak düzeninde reform denebilecek düzenlemelerin yapılması, modernleşmenin kısmi işaretleri olsa da, Osmanlı, genel hatlarıyla batıda başlayan bilim endüstri devrimini, sanayileşmeyi ve buna bağlı olarak gelişen siyasi ve toplumsal dönüşümleri ıskalamıştı…
(devam edecek)
Nizamettin Biber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder