20 Kasım 2018 Salı

Dünya Komşuluk Günü

Ana akım televizyon kanallarını izlemiyorum, ulusal basının sözde yazılı kağıt parçalarını ise asla okumuyorum. Haberleri twitter’da sörf yaparak öğreniyorum. Geçtiğimiz günlerde twitterda ilginç bir habere rast geldim.  Kültürümüzde önemli bir yer kaplayan komşuluk ilişkilerini güçlendirip, sosyal dayanışmanın ve paylaşımın önemini hatırlatan komşuluğun dünyada her yıl 17 kasım günü kutlandığı idi. Google’da yaptığım araştırmada ise Ülkemizde çoklukla 3 Temmuz’da kutlanan Dünya Komşular Gününü İlk defa 1999’da Paris’te kutlanmış, o günden bu yana komşuluk ilişkilerinde önemli bir rol almış ve 2004 yılından itibaren tüm Avrupa’ya yayılmış. Ayrıca, 17 Kasım Dünya Felsefe Günü olarak ta kutlanmaktadır.

Dünya komşuluk günü haberi hoşuma gitmişti. Komşuluk gününe yönelik olarak mevcut belediyeler kendi bölgesindeki evlere ikramlar dağıtarak, bazı kurumlarda etkinlikler düzenleyerek kutlamalara katılıyor.
Benim çocukluğumda 70’li yıllarda o külüne muhtaç olduğumuz komşularla, camdan cama konuşulur, kapı önlerinde çay içilir, keyifli sohbetler yapılırdı. Bir kişiye gelecek misafir için topluca yemekler hazırlanırdı. Uzun uzun sohbetlerle yenilen akşam yemekleri, ya da pazar sabahları yapılan bahçede ki kahvaltılar, sevgi, samimiyetin toplumsal yansımaları idi, Şimdilerde kalmayan komşuluk adetine ve komşularla bir araya gelişte oluşan duygulara özlem duyuyorum uzun zamandır.
Doğduğumuz yerlerde karnımız doymayınca zorunlu olarak kentlere yoğun bir şekilde akın ettik, Bahçeli evlerin yerine gelen apartmanlar, bizde bu duyguyu bırakmadı. Korkunç bir hızla gelişen teknoloji, yaşam koşullarının ve rekabetin artması ile insanların daha fazla çalışmak zorunda kalması, artan nüfus miktarı, tanımlanan aşırı sorumluluklar ve daha birçok neden bu kültürleri bizden aldı. Ya da biz almasına izin verdik, komşuluğu da zamanın hunharca katline karşı koruyamadık. Aslında kime soracak olursak özlem duyuyor bu samimiyete bu doğallığa ama insanların buna ayıracak zamanları ve enerjileri yok.
Hayatımızı, anlarımızı, sıkıntılarımızı, mutluluklarımızı paylaştığımız yol dostlarımız komşular. Rastlantısal olarak aynı apartmanda veya yan yana evlerde oturduğumuz, hatta çalıştığımız kişiler, İmdat anında ailemizden önce yardımına ihtiyaç duyduğumuz, yaşamımızın bir döneminde yollarımızın kesiştiği can dostlarımız, geç saatte oluşan bir problemin çözümünde, bir hastalık anında, bir ihtiyacın acil yardımında, bize ilk önce el veya omuz veren komşularımız; Bir fincan tuz veya şeker, gazete, ekmek veya yerine göre umut, sevgi, akıl, yardım isteyebileceğimiz kişilerdir.
“Ev alma komşu al. Komşu da pişer bize de düşer. Komşu komşunun külüne muhtaçtır”gibi birçok toplumsal olarak kabul görmüş etkili söze, deyime de konu olmuştur, komşuluk.  
Peki ne oldu da toplumsal olarak kaybettik bu ilişkileri? Neden umursamıyor, önemsiz buluyoruz komşuluğu? Hayat hızı mı, ihmalkarlık mı?, yoksa değerlerin değişimi mi?
Belki bu özel gün komşuluk ilişkilerinin tedavisine neden olur, komşuluk adına olumlu adımlar atılır.
Bugün o ilişkilere tat veren insanlar nerede? Uzaklarda mı? Hayır,  O insanlar hala biziz, sadece öncekiler gibi davranmıyoruz.
Kim bilir? Yine de, tüm olumsuzluklara rağmen o güçlü ve güven dolu bağları tekrar canlandırabileceğimize, hayatımıza komşuluk kavramını tekrar sokabileceğimize inanmak istiyorum.
Hem evimizde hem de iş yerlerimizde, sabahları aynı asansörde karşılaşıp susan değil, birbirine hal hatır soran insanlar olmalıyız, birbirimize gülümsemeliyiz. 17 Kasım geçti ama Dünya Komşular Günü adına,  hazırlanalım, tüm komşuları çaya, kahveye hatta yemeğe davet edelim.
Hadi işte fırsat. Ev veya işyeri komşularını görüşmeye davet etme zamanı.
Komşuluğu ve insanları seviyorsanız, komşularıma düşkünümdür ve ihmal etmem diyorsanız. Bugün fırsat olsun. Komşu zili çalma zamanı. Unutmayın. Komşuluk ölmedi deyin, Hoşgörü ve komşuluk yaşam harcımız olmalı. Davet edemiyorsanız bile pişirdiğiniz bir yemeği, evinizdeki bir yiyeceği paylaşın, tabaklar boş kalmasın.
Dünya komşuluk gününüz kutlu olsun.  İyi komşu(luk)lar!
Nizamettin Biber


Bir Yapı Nasıl Mühendislik Eseri Olur?

Müslümanların kutsal ibadet mekânı olan cami, Arapça’dan gelen bir sözcüktür. “Cami”; Cem (Toplanma, bir araya gelme) kökünden gelmekte olup, “toplayan, bir araya getiren yer, toplanma yeri” demektir. Her ülke kendi kültürüne uygun mimari tarzda ibadethane inşa etmiş ve etmeye devam etmektedir. Asıl amaç her sınıftan, her kademeden, katmandan kısacası her kesimden insanı aynı çatı altında eşit bir şekilde toplayıp ibadet etmelerini sağlamaktır.

Geçenlerde sosyal medyada eşi benzeri olmadığı şeklinde ifade edilen, Sivas’ın Koyulhisar ilçesi Ortaseki köyüne bağlı Bostandere mahallesinde inşa edilen cam kubbeli cami haberine rast geldim. Sivas’ın en uç noktalarından olan Koyulhisar ilçesine bağlı Ortaseki köyü Bostandere mahallesinde inşa edilen cam kubbeli caminin yapımında estetik güzellik ön plana çıkartılmış. Ancak toplu ibabet edilmesi gereken caminin çevresinde yerleşim bulunmadığı gibi sadece dört hane ikamet ediyor. Nakşibendi tarikatı Halidiye koluna mensup İslam alimlerinden Bekir Pehlivan’ın 2013 yılında 106 yaşında vefat etmesinin ardından defnedildiği yere inşa edilen caminin en belirgin özelliği kubbesinin camdan yapılmış olmasıdır. 2014 yılında yapımına başlanılan cami kubbenin tamamlanması ile hizmete açılmış. Caminin cam kubbesinin yapımı ise hiçte kolay olmamış. Cam kubbe çatlayıp kırıldığı için tam dört kez yeniden yapılmış. Son olarak ise 8 kat cam kullanılarak kırılması önlenmiş. Kubbenin yapımında yaklaşık 40 ton cam kullanılmış.
Cami hakkında bilgi veren Hayrullah Pehlivan, “Bu camide yatan zatı anlatmaya gücümüz yetmez. Çok büyük bir zat. Büyüklüğünü vefatından sonra anladık, Camlı kubbede küçük çatlaklar oluşsa da tehlikeli bir durum yok.”diye açıklama yapmış. Caminin din görevlisi Yaşar Erol ise camide ziyaretçilere hizmet ettiklerini belirtip, ziyaret etmek isteyen herkese kapılarının açıl olduğunu söylemiş.
Bir yapının mühendislik eseri, bilimsel olduğunu belirleyen kriterler vardır. Bunlar, yapı; 1- Ekonomik, 2-Sağlam, güvenli, 3- Estetik, güzel, 4- Fonksiyenel, kullanıma uygun olmalıdır. Bu dört kriterin optimal bir çözümünü bünyesinde barındıran yapı mühendislik eseri sayılır. Efektif kullanılmayan bir yapı ibadethane dahi olsa sırf gösteriş için yapılmış, müsriflik eseri sayılır. Toplumu düzenleyici, insanları birleştirici olumlu yöne sevk etme aracı olarak din, biz de gösteriş amacı olarak kullanılmaktadır.
Ülkemizde yeterli eğitim almamış inşaat usta ve kalfalarının ruhsatsız kuralsız yaptığı yapılar, nitelikleri açısından optimal çözüm üretmez, üretilen yapılar ya pahalıdır, ya güvensiz, ya çirkin ya da fonksiyonel, kullanıma uygun değildir.
İnsanın sahip olduğu kaynakları gereksiz ve aşırı tüketmesi, İslâm tarafından da uygun görülmemiş ve insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda belirli bir denge içerisinde kalması istenmiştir. Aynı zamanda İsraf, sadece bireyin değil topluma yön veren yöneticilerin, iktidarların da dikkat etmesi gereken bir husus olarak belirlenmiştir. Bilindiği üzere, Ekonomi, kıt kaynakların kullanımı ve paylaşım ilkelerini belirleyen bilim dalıdır. İslam dini de temel bir kural olarak kıt kaynakların etkin kullanılmasını önerir.
İnşaat sektörü, konutlardan, üretim ve ticaret mekânlarının inşasına ve devletin bir şekilde yürüttüğü altyapı yatırımlarına (yollar, köprüler, kanal ve kanalizasyon sistemleri, tüneller, demiryolları ve metrolar, havaalanları, limanlar, enerji santralleri, hastaneler, okullar, ibadethaneler, kamu binaları vb.) kadar geniş bir yelpazeyi içeriyor.
Mimarlık ve mühendislik, ta mağara adamından bu yana birlikte gelişmiştir. Yapının fonksiyonel olması, işlevsel olması mimarlığın alanıdır. Düzeni kurarken onun aynı zamanda güvenliğini sağlayacak şekilde önlem almak ise işin mühendislik tarafıdır. Ancak, mimarlık sadece işlevselliği gözetme değil, aynı zamanda yaşamı huzur alıcı, mutluluk verici bir sistemi kurma sanatıdır; güzel, rahat, ferah mekânlar yaratma sanatıdır.
İnşaat mühendisliği, sağlıklı düşünebilmeyi, analiz edebilmeyi, algılayabilmeyi sağlayan bir meslek olup, uygulamalarda sürekli neden-sonuç ilişkisiyle karşılaşılır.
İnsanoğlu; barınmak, dinlenmek, çalışmak, ibadet etmek, eğlenmek kısacası yaşamak için çeşitli yapılara ihtiyaç duyar. Bu yapıların amaca uygun güzel, emniyetli ve ekonomik olması gerekir. Başka bir tanımlama ile yapı hangi amaçla kullanılmak üzere tasarlanmış ise o amaçla kullanılabilmeli, yapı yıkılmadan veya aşırı derecede eğilip bükülmeden yeterli bir emniyetle ayakta durabilmeli, ancak emniyet sağlanırken yapının yeterince ekonomik olmasına da çalışılmalı, bunlara ek olarak yapı göze hoş görülmelidir. Dolayısıyla Yapı Mühendisliğinin amacı: Yapıları;  belirli bir güvenlikle yeterli bir dayanımla ve en ekonomik olarak boyutlandırmaktır.
Çevreye, doğaya ve Ülkenin kültürüne uyumlu, kişilikli, insanın ihtiyaçlarını gideren sağlam güvenli, ekonomik, estetik, kullanıma uygun yapılar mühendislik eseri sayılır.
Ülkemizdeki cami sayısı, nüfus artış hızının da üzerinde artarak 90 bine ulaşmıştır. 40 ton cam kullanılarak inşa edilen Cami, camdaki çatlaklar nedeni ile teknik sorunlar yaşıyor olsa da estetik görünse de  zaman zaman ziyaret edilse de toplu ibadet etme amacına yönelik tasarlandığından, çevresinde yerleşim alanı ve cemaatı olmadığı için amacına uygun etkin ve efektif kullanılmamaktadır,  dolayısı ile mevcut hali ile cami, ekonomik olmayan, müsrif ve gösteriş budalalığı bir yapı olarak insanın zihnine kazınmaktadır.
Nizamettin Biber

13 Kasım 2018 Salı

Kadın, Dün Ne İdi?


Kadın adına dünün vahşet tutan kâbuslarına birçok felsefe fikir ve din adamı da katılmıştı; Platon “Kadın elden ele gezmelidir.”, Aristo “Kadın yaratılışta yarım kalmış bir erkektir.”, Hesiad “Kadın, beladan başka bir şey değildir” diyordu.
Kadın tarihte esir pazarında satılan bir köle idi. Azgın köpeklere atılmak, diri diri toprağa gömülmek, odun yığınların üstünde ateşlenip yakılmak kadının kaderiydi. Kadın, ruhsuz, kirli, pis, silahla avlanan, para ile satılan, hiçe sayılan bir zavallı idi.
Çinlilerde kadın insan olarak sayılmaz, ad bile takılmazdı, bir iki üç diye sayı ile anılırdı. Japonya’da baba kızına istediği gibi tasarruf eder. Kızının vücudunu para ile kiralar, bu hareket ahlaksızlık, namussuzluk değil, doğal bir gelir olarak bilinirdi. Kadın ticaret metası olarak kullanılır, fuhuş yaptırılırdı.
Yunanlılarda kadın mutsuz, bir kişiliği olmayan, toplumun içine çıkamayan, evde kilitli duran mal gibi mirasçısı olurdu. Bir erkeğe en büyük küfür ise ona kadın demekti.
Romalılarda kadın, bir şehvet sediri olarak algılanır, başka bir şeyi ifade etmezdi. Babasının kocasının veya bunların mirasçılarının malı, baba kızını kiraya verir, satar, öldürebilirdi, kimse karışamazdı.
Orta çağda kadın harp ganimetlerine dahildi. Yeniklerin silahları, diğer eşyaları gibi karıları da yenenin hakkı olarak bilinirdi. Alınan şehirlerde, yapılan yağmalarda kadın, askerlerin ilk hedefi olurdu.
Araplarda kadın, çok zulüm hakaret görür, aklı eksik olarak tanımlanır, kız çocukları diri diri toprağa gömülerek, öldürülürdü.
Mısırlılarda hiçbir kadının cenazesi iğrenç bir şekilde kullanılmak üzere elden ele gezdirilmeden mumyacıya verilmez gömülmezdi.
Musevilerde kadın yok hükmündeydi.
Senegal’de kadın, hayvanlardan çok daha ucuza satılırdı.
Avustralya’da kadın, her gelen misafirin koynuna girmeye onu eğlendirmeye zorunlu tutulurdu.  
Hıristiyanlıkta kadına ne taraftan bakılırsa pislik görülmüş gibi davranılırdı. Kadın, erkekleri felakete ve kötülüğe sürükleyen aldatıcı bir şeytan, insanlığı bütün felaketlerinin sorumlusu olarak bilirdi.
Korsika’da kadına insan gözü ile bakılmazdı.
İngiltere’de kadınlar boynuna bir ip takılarak boyunduruk konarak pazarda satılırdı. Bir, yarım liraya hatta bir kupa şaraba verilirdi.
İsviçre’de kadına sürekli ufak bir çocuk gibi bakılır, kendini idare edemez olarak görülürdü.
Türklerde kadın erkek bir sayılırdı. Kadın erkeği ile beraber yan yana savaşırdı.
Eğer tarih doğru ise kadına yapılan işkencelerden insanlığın yüzünün kızarması gerekir. Tarihte dünün toplumu kadını çok hırpalamış, kadın düne kadın para ile satılan bir mal olarak görülmüştü.
M.S. 2017’de kayıt altına alınan verilere göre Ülkemizde; erkekler 209 kadın öldürdü, 101 kadına tecavüz etti, 247 kadını taciz etti, 376 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu, 417 kadına şiddet uyguladı. Binlerce çocuk gelin yapıldı ve evlendirildi. Kadınını ezen, yaralayan, şiddet uygulayan, öldüren bir toplum mutlu olabilir mi? 200 bine yakın “çocuk gelin” ve “çocuk anne” ile sağlıklı bir gelecek oluşturulabilinir mi?
Bu trajik istatistiki veriler karşısında şimdilerde Anadolu insanının yüzü kızarıyor vicdanı sızlıyor mu?
Nizamettin Biber