Bertrand Russel dinin çıkışını korku olarak tanımlar, korkuları ise 1-Doğa’nın yapabilecekleri, 2-Başka insanların kendine yapabilecekleri, 3-insanın önüne geçilemeyen kendi azgın tutkuları olarak 3'e ayırır. İnsanlığın inanç tarihi hakkında bildiklerimizi yeniden düşünmemizi sağlayacak, inşası M.Ö. 10.000 yılına uzanan tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezinin olduğu (Urfa, Göbeklitepe) coğrafyada yaşıyoruz. Dinsel inançlar ve örgütlerdeki çeşitlilik öylesine geniş ki, bilim adamları dinin genel kabul görmüş bir tanımına ulaşmakta zorluk çekmektedir. İnsanların yaşamlarında binlerce yıldır güçlü bir yer edinen Din, kısaca, Tanrı düşüncesine dayalı toplumsal bir kurum olarak tanımlanır. Başka bir ifade ile din bir topluma ait, inanç, ibadet ve ahlaki ilkeler bütünüdür.
Din şu ya da bu biçimde bilinen tüm toplumlarda görülmüştür. Arkeolojik kalıntı ve buluntularına bakıldığında bilgi sahibi olduğumuz ilk toplumlara ait kayıtlar, bize, açıkça dinsel sembol ve ayin izlerini sunmaktadır. Çoğu dinler, bir veya birkaç tanrısı, düzenli bir rahip sınıfı, ölümden sonraya olan inancı ve düzenli gelenekleri olan sistemlerdir.
Peki, Din ne değildir? Din konusunda kültür temelinde düşünmenin doğuracağı zorlukları yenmenin belki de en iyi yolu, dinin ne olmadığını genel olarak ortaya koymak olabilir.
Birinci olarak,din, tektanrıcılıkla (tek tanrıya inanma) özdeşleştirilmemelidir. Dinlerin çoğunda birçok ilah vardır. Kimi dinlerde ise hiç Tanrı yoktur.
İkincisi, din, inananların davranışlarını kontrol eden ahlaki emirlerle Peygamberlerin Tanrıdan aldığı söylenen emirler gibi özdeşleştirilmemelidir. Tanrıların bizim bu dünyada nasıl davrandığımızla ilgilenmeleri, pek çok dine yabancı gelen bir düşüncedir. Örneğin, Eski Yunan dini, insanların ne yaptıklarıyla pek az ilgilidir.
Üçüncüsü,din, zorunlu olarak, dünyanın bugünkü haline nasıl geldiğini açıklamak durumunda değildir. Hıristiyanlıkta Adem ile Havva söylemi, insanın kökenini açıklayan hükümlere bir çok dinde rastlanmaz.
Dördüncüsü, din, doğaüstü ile “duyular dünyasının ötesinde” bir dünyaya inanış özdeşleştirilemez. Örnek, Konfüçyüs’ün getirdiği din, yeryüzündeki doğal uyumu kabul eder, ama onun “ardında yatan gerçekleri” bulmakla ilgilenmez.
Gerçekte; Din toplumun afyonu mudur?, Yozlaşmak her dinin kaderi midir?, Dinin olmadığı bir hayat düşünülebilir mi?, Dindar birisi olmak mı, yoksa iyi ahlaklı bir insan olmak mı daha önemlidir?, “Din Tabu”mudur?, Din bir ihtiyaç mıdır?, Dinde zorlama var mıdır?, Din ile bilim çatışma halinde midir?, Din mi daha önemlidir, yoksa milliyet mi?, Dinler arası bir diyalog sağlanabilir mi ve zorunluluk mudur? Dinler günümüze uyarlanmalı mıdır? Ahlak, vicdan ve inanç özgürlük ilişkisi nedir? Din toplumu nasıl etkilemektedir?
Din, insanlığın varoluşuyla yaşıttır. Bugün dünyada tek tanrı inancına, peygamber vahyine dayanan semavi dinler ile bunların dışında kalan dinler dahil yaklaşık 4000 civarında din, 6000 mezhep ve 12000 tarikat vardır. Herhangi bir dine inansın ya da inanmasın her insanın belli bir din algısı hatta din konusunda kendisini bağlayan bir yaklaşımı söz konusudur.
Dinin toplumsal yapının tasarım, düzenleme ve içeriklendirilmesinden başlayarak işleyiş, sembol ve göstergelerine kadar uzanabilen etkiler, yaşanılan acı deneyimler günümüzde özellikle modernleşme sürecinde dinin derinlemesine sorgulanmasına neden olmaktadır. Laiklik ve sekülerlik tartışmalarında öne çıkan problemlerin giderilmesi ancak dinin geleneksel statü ve rollerinin gözden geçirilmesi, çağa uygun hale getirilmesi, reform edilmesi ile olanaklıdır. Dinin reel pratiği anokranizm hastalığından kurtarılmalıdır. Yaşadığımız, sibernatik iletişim çağında özgürlük var, bireysel yorumlar vardır. Belki, Din, bir vicdan hareketi olarak, insanın bireysel bir itaat, bireysel bir teşekkür, bireysel bir eğitim mekanizması olarak işe yarayabilir. Dini alıp toplumsallaştırdığınızda, bırak iyi bir şey olmayı, toplumsal çürütücü bir işleve dönüştüğü tarihte görülmüştür.
Hacda, kurban keserken, trafikte ya da hiç bir önlem almadan, aklı ve vicdanı kullanılmadan yaşanan iş kazaları ve felaketlerde meydana gelen ölümlerin yüceltme aracı din değildir.
Siyasetteki başarısızlık, mimaride, sanatta, bilimde, teknolojide ve hayata tat ve yenilik katan birçok alandaki gerilik, yaşanabilir hayatlar kurmadaki yetersizlik dinle örtülür. Bilinmelidir ki din insan ve toplum başarısızlıklarını örten bir örtü değildir. Din, refah toplumlarını dinsiz ve kafir olarak nitelenerek, öfke duyulan bir araç değildir. Din kesinlikle akıl hastalarının ruhsal durumunu yansıtan, insanların çatışmalarına neden olan bir araç, insanların sadece doğaüstü güçlere, kutsal saydıkları türlü varlıklara, tanrılara ya da Tanrı’ya inanma, tapınma biçiminde katıldıkları gizemsel bir olgu değildir.
Nizamettin Biber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder