İnsanoğlu
toplama ve avcılık sürecinden sonra yerleşik hayata su kenarlarında
konuşlanarak başlamış, su kültürün başlangıcı ve uygarlığın ilk temel taşı olmuştur.
İnsanlık
tarihi incelendiğinde hem tarımsal, hem endüstriyel gelişme, hem de topluma
dâhil olan kültürel ve dini değerler sudan etkilenmiş, suya duyulan ihtiyaç ve
talep, insanlık tarihi boyunca sağlık, toplum, ekonomik refah, kültürel önem ve
gelişme için itici bir güç olmuştur.
Suyun
kullanılma ve değerlenme şekli, bir toplumun kültürel kimliğinin ayrılmaz bir
parçasını oluşturur. Bireyler, kurumlar ve uluslar sahip oldukları kaynakları
etkin bir şekilde kullanarak hedeflerine ulaşır. Kaynak denince ilk akla gelen
fiziki ve doğal kaynaklardır. Ancak, fiziki olmayan, gözle görülüp elle
tutulmayan kaynaklar da söz konusudur. Kültür unsuru, bu kaynakların belki de
en önemlisidir.
Geniş
anlamdaki kültürün bir alt bileşeni olan su kültürü; insanların suya olan,
yüzyılların imbiğinden süzülmüş ilgisi, sevgisi, bilgisi ve onunla kurduğu ilişkiler
ile ondan sürdürülebilir biçimde yararlanma yeteneği olarak tanımlanabilir.
Bilinen o
ki, Mezopotamya; Fırat ve Dicle ikiz nehirleri arasında kalan ve birçok
uygarlığa ev sahipliği yapmakla bilinen ilk uygarlığın geliştiği bölgedir.
Tarihte Mezopotamya’daki
ikiz nehirler, Fırat ve Dicle’de karşılaşılan problemler çok zor ve karmaşıktı.
Bu problemlerden ve özellikle selden kurtulmanın yollarından bir tanesi, Babil’in
ünlü asma bahçeleridir. Bilinen en eski yazılı kanunda su ile ilgili olup, Babil
krallarından Hammurabi tarafından ortaya konmuştur
Şiddetli yağışlar
veya uzun süreli kar erimeleri nedeniyle akarsulardaki su miktarı aşırı derecede
artar ve taşkınlar oluşur. Ülkemizde de zaman zaman yaşamakta olduğumuz taşkınlar
nedeniyle halen önemli ölçüde can kaybı ve buna ilave olarak genellikle çok miktar
da hasar oluşmaktadır. Doğal afet denilince, belki kısa süreli ve ani olması nedeniyle
akla ilk önce depremler gelmektedir. Ancak taşkınların uzun sürelere ve alanlara
yayılabilmesi nedeniyle bazen şiddetli depremler kadar, hatta daha fazla hasar verdiği
bilinmektedir. Doğal afet olan taşkınları tamamen önlemek mümkün olmamakla beraber
olumsuz etkilerini en aza indirilebilir. Bu nedenle çeşitli yapısal önlemler alınabilir.
Örneğin, baraj göllerinin bir kısmı taşkın dalgasının depolanması amacıyla kullanılabilir.
Hatta sıklıkla taşkına maruz kalan bölgelerde sadece taşkın kontrol amaçlı barajlar
veya daha küçük ölçekli sel kapanları yapılabilir.
Yerleşim yerlerinde
yapılaşma nedeniyle yağan yağmurun toprağa sızması engellendiğinden yüzey alanlarında
biriken sular kentsel taşkınlara neden olmaktadır. Bu nedenle kentsel yerleşimlerdeki
fazla suyun boşaltılması için yer altına döşenen boru sistemlerinden oluşan yağmur
suyu şebekeleri yapılmalıdır. Ayrıca yerleşim yerlerindeki uygun bölgelerde taşkın
sularını depolayıp bunun toprağa sızmasını sağlamakla da uygun bir tahliye gerçekleşmiş
olabilir. Bu amaçla, düşük seviyelerdeki parklar ve stadyumlar kullanılabilir.
Yerleşim yerleri
dışında da fazla suların uzaklaştırılması gerekir. Örneğin, kara yollarında, hava alanlarında
ve sulama sahalarında toplanan fazla suları uzaklaştıran tesisler inşa edilmelidir.
Ayrıca akarsuların yanlarındaki tarım arazilerini ve yerleşim birimlerini korumak
için akarsu boyunca dolgu malzemesiyle yapılmış setler de kullanılabilir.
Seller,
heyelanlar ve çığlar, neden oldukları afetler ile birçok yaşamı tehlikeye atıp
ağır ekonomik kayıplara yol açarak toplumlarda büyük facialara, üzüntülere yol
açmaktadır. Bunlar doğal olaylardır fakat doğru önlemlerle oluşma ihtimalleri
ve yaratacakları etkiler azaltılabilir. Ekonomik ve sosyal zararları yanında
sel, heyelan ve çığlar ciddi çevresel sonuçlar da doğurabilir. Gelecekte
Türkiye’de de büyük bir sel, heyelan ve çığ yaşanarak daha fazla can kaybı ve
ekonomik zarar görülmesi muhtemeldir. Gelecekteki olası sel, heyelan ve
çığların oluşturduğu riskler hakkında öncelikle daha fazla bilgiye, veri tabanına
ihtiyaç vardır. Küresel iklimdeki, arazi kullanımındaki değişimler gibi birçok
faktör sel, heyelan ve çığ riskinin gelecekte nasıl olacağını ve bu risklerin
ne kadar iyi yönetilebileceğini etkileyecektir.
Suyun
doğanın bir parçası olduğu ve suyun bir şekilde kendi istediği yolu bulduğunu,
su ile ilgili yaşanan her yeni bir doğal afete rağmen insanlık her nedense
öğrenmemekte direnç göstermektedir. İnsanlığın gelişme adı altında
kontrolsüz sanayileşme girişimleri, zararlı gazların doğaya salınımı, ozon
tabakasında meydana gelen delinme ve büyümesi, bunun iklim değişikliği
üzerindeki etkilerinden çok uzun yıllardır farklı kaynaklarca, başka sonuçlar
bağlamında bahsedilmektedir.
Dünyada
hiçbir varlık doğaya insan kadar zarar vermemiştir. Hayvanlar alemi doğa ile
yaşam arasındaki uyumu sağlamakta usta iken, insan ise gelişme uğruna doğaya
uyumun önemini maalesef unutmuş gibi hareket etmektedir.
Toplumların
ve kültürlerin önemli bir parçası olan su, her şeyden önemlisi doğanın bir
parçasıdır. Kendisiyle uyumlu hareket edilmediği takdirde doğanın, sadece su
ile değil, doğanın diğer elementleri ile birlikte gücünü gösterdiği ve insan
karşısında her zaman galip geldiği yaşanan birçok örnekle karşımıza
çıkmaktadır.
Suyun
uygarlıkları var kılabildiği gibi, yok edebileceğini de unutmamak gerekir. Ülkemizdeki
yüzlerce Üniversitede binlerce inşaat mühendisi mezun ediyoruz. Vadi
tabanlarını, su yataklarını parselleyerek, inşaat yapma kültürünü yok ederek,
yerine, her yanı su ile çevrili ülkemizde su ile enerji üretmeyi bir kültür haline
getirmeyi başarabilir miyiz?
Türkiye coğrafik
olarak orta enlemlerde sel, heyelan ve çığ tehlikesine açık bir ülkedir. Fakat
daha çok kriz merkezleri, kriz masaları, vb. gibi afet sonrasına yönelik pro
aktif önlem yerine reaktif kriz yönetimi ile bu afetler ile mücadele etmeye
çalışmaktadır. Sonuç olarak Ülkemizde meteoroloji karakterli veya
hidro-meteorolojik olaylar sık sık birer afete, dönüşerek gelişmiş ülkelere oranla
çok daha fazla insan ve ekonomik kayıplara neden olması ile birlikte, geçerli
çözümler de geliştirilememektedir.
Peki neler
yapılabilir?
Ülkemizde şiddetli
yağışların sel, çığ ve heyelan afetine dönüşmemesi için pro aktif önlemler
alınmalı, risk yönetimi ve şehir planlaması ile engellenmelidir.
Ülkemizdeki
meteorolojik tahmin ve erken uyarı hizmetleri Dünya standartlarına
çıkartılmalıdır.
Geçmişte yaşanan
afetlerden yeterince dersler alınmalıdır.
Nehirlerimizde erken uyarı sistemleri kurulmalıdır.
Nehir, dere yatakları ve göl kıyıları imara ve yerleşime kesinlikle
kapatılmalıdır.
Şehirlerde yağmur suyunu tahliye edebilecek alt yapı tesis
edilmelidir.
Selden önce, sel anında ve selden sonra ne yapacağına dair halk
eğitilmelidir.
Ülkemizde çiftçi ve işyeri sahibi sel, dolu, don vb. meteorolojik
afetlere karşı sigortanmalıdır.
Özel ve
resmi yerel TV ve Radyolar bir merkeze bağlı olarak “Afet Anında Zorunlu Yayın”
yapılmalıdır.
Kamu kurum
ve kuruluşlarında meteoroloji mühendisi istihdam edilmelidir.
Önceden
belirlenmiş, veri tabanına kaydedilmiş maximum debilere ve yağışlara göre önleyici
bentler, setler ve uzaklaştırıcı su boruları, kanallar inşa edilmelidir.
Fransız
yazar ve düşünür Albert Camus’un: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede
insanların nasıl öldüğüne bakın.” sözünü aklımızdan hiçbir zaman
çıkarmamalıyız.
Kısacası doğayla
barışık yaşayarak bilimsel kriterlere, rasyonel akla uyarak; afettir olur,
fıtrattır normaldir ataletine ve cehaletine teslim olmamalıyız.
Geçtiğimiz günlerde
selin olumsuz etkilerini yeniden yaşayan memleketim Rize’ye (Çayeli, İkizdere) geçmiş
olsun dileklerimi iletiyorum.
Nizamettin BİBER