25 Eylül 2021 Cumartesi

İnsanın Zihinsel Birikimi


İnsan; Tıpta; Fizyolojik bir yapı, Sosyolojide; Toplumun bir üyesi, Psikolojide; Farklı bir benlik sistemi, Ekonomide; Sistem içinde bir birim, Teolojide; Tanrının yarattığı en mükemmel canlı, Antropolojide; Kültürün işlediği bir varlık, olarak tanımlanmaktadır.

İnsanı belirten üç önemli nitelik, dik yürüme, dil, düşünme doğuştan sonraki ilk yaşam kesitinde kazanılmaktadır.

Ancak İnsan, düşünme niteliğini elde edebilmesi zihnin anlamlı, düzenli bir şekilde işlerliğini kazanması için bazı faaliyetlerde bulunur.

İnsan konuşur, konuşma; insanların belirli bir dili kullanarak sesli şekilde iletişim kurması, düşünce ve duyguların, başkalarına sözlü olarak bildirilmesi olarak ifade edilebilir. Konuşma, insanın çevresiyle doğrudan iletişim kurmasının en etkili yoludur. Konuşmaya, sesli düşünme de denilebilir. Buna göre insanlar düşüncelerini başkalarına seslerle iletirler. Ancak bunu yaparken de sözlerini etkili kılmak için jest, mimik, tonlama, vurgulama gibi konuşmayı tamamlayıcı öğelere de başvurulur.

İnsan dinler; dinleme, iletişimve öğrenmenin temel yollarından biri olup gelen iletiyi doğru bir biçimde algılama, anlama, yorumlama ve değerlendirme gibi süreçleri içerir.

İnsan hem hayatı hem de yazılanları okur, okuma göz zihin koordinasyonu sonucu gözler sayesinde görülen kelimelerin zihin tarafından anlamlandırmasıyla ortaya çıkan bir süreçtir. Bu süreç çok kapsamlı bir program gibidir. Anlam çıkarmak için sembollerin kodunu çözmenin karmaşık bilişsel süreçtir, okuma. Bir dil işleme şeklidir. Bu süreçteki başarı okuduğunu anlama olarak ölçülür. Okuma, dil edinme, iletişim kurma ve bilgi ve fikirleri paylaşma aracıdır. Okumak, yazılmış bir metnin içindeki sözcükleri anlamaktır. İlk olarak metni görmek, sonrasında anımsamak ve anlamak gibi aşamaları olan eylemler dizilişidir. Önce zihin okumaya karar verir ve harfleri hatırlar. İkinci aşamada görme yolu ile görüntüler, ilkin göze ardından beyine ulaşır. Beyin okuma esnasında aktiftir ve bilgileri depolar. Karışık yapıya sahip olan okuma eyleminin işleyişinde oluşabilecek bir aksaklık eylemin olumsuz sonuca ulaşmasına neden olabilir.

İnsan yazar, yazmak, sözü, düşünceyi özel işaret ve harflerle anlatmaktır. Yazma, zihnimizdeki duygu, düşünce, istek ve olayların belli kurallara uygun olarak çeşitli sembollerle anlatılmasıdır. Bir başka ifadeyle zihinde yapılandırılmış bilgilerin yazıya dökülmesi işlemidir.

Nihayetinde insanoğlunun zihinsel birikimi konuşma, dinleme, okuma, yazma şeklinde 4 esas sütun üzerinde yükselir.

Bu sütunlar üzerinde yükselen insan birikimi yapısı ise kendisinin verdiği emek kadar güçlü ve anlamlı olur.

Nizamettin BİBER

 

Normlar Hiyerarşisi ve Çevre

 

Herkes daha temiz sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşamak istemez mi?

Bazı hukukçuların bile atladığı ya da haberdar olmadığı Normlar hiyerarşisi kavramı ile bir kaç kavrama değinmek istiyorum. Hukuk sistemi yapısında bulunan anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik ve benzeri normlar, düzensiz olarak değil, alt-alta, üst üste bulunur. Normlar birbirleriyle ilişkilidir ve piramit düzeni şeklinde, birbirleriyle altlık üstlük ilişkisi içerisindedir. Bu ilişki ‘’Normlar hiyerarşisi’’ veya ‘’hukuk düzeni piramidi’’ olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu piramitte alt kademede yer almakta olan norm, geçerliliğini üst kademede yer alan normdan alır. Bu nedenle üst kademedeki norma aykırı olamaz. Bu kapsamda örnek olarak kanun anayasaya, yönetmelik de kanuna aykırı olamaz. Hans Kelsen’in görüşleri bu hiyerarşiye esas teşkil etmektedir. Söz konusu hiyerarşi, en üst kademede anayasa olacak biçimde:

Anayasa, Kanun, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Yönetmelik şeklindedir.

Herkesin sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkı, evrensel hukuk açısından en temel insan hakkıdır. Bu hak Anayasamızın 56. maddesinde [Madde 56 – Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.) belirtildiği gibi, devletin hedef ve görevleri arasında yer almıştır. Buraya kadar anlatmaya çalıştığım Demem o ki Demokrasinin normların yetkin olduğu bir ülkede Anayasa ile verilmiş bir hak kanun ve yönetmelikle geri alınamaz.

Çevreyi, ekosistemi, doğayı etkileyecek bir proje faaliyeti oluştururken “ÇED Gerekli Değildir” kararı, projenin önemli çevresel etkilerinin olmadığı ve ÇED Raporu hazırlanmasına gerek olmadığını belirten karardır. ... “

Çevre hakkı kavramı da çevrenin korunması da diğer bütün insan haklarının gerçekleşmesinde olduğu gibi özünde bir demokrasi, demokratik katılım sorunudur.

İnsanlığın bugün ulaştığı uygarlık düzeyi ve kazanımlar gelecek kuşaklar pahasına yaratılmıştır. Yoksul insan sayısı giderek artmış ise günümüzde hiçbir ekonomi ya da ekonomik sistem başarılı olamamıştır.

Bugünün egemen kültürü “sınırsız tüketim” anlayışına dayalıdır. Çevreci hareket de işte bu egemen kültüre başkaldırı hareketi sayılabilir. Egemenlerin kültür dinamiği üretim/tüketim, temel mantığı da daha fazla üretmek ve daha fazla tükettirmektir. Son tahlilde daha fazla üretip daha fazla tüketmek amaç haline gelmiş ve insanlar tüketim kölesine dönüştürülmüştür. Üretim ve tüketim düzenleri bu mantık ile ve doğanın kural ve yasalarına uymayan bir yıkıcılıkla sürüp gittikçe doğal olarak çevre sorunlarının çözümünde de başarı sağlanamayacaktır.

Bu uygulamanın ve mantığın değişmesi ise tüketimin amaç değil araç görüldüğü, “sınırsız büyüme” yerine çevre-ekonomi dengesine dayanan, çevreyi kalkınmanın hem kaynağı hem de sınırı gören bir kültürün Ülkede egemen olmasıyla mümkün olabilir.

Böyle bir kültürün egemen olmasını sağlamanın yolu da bunu istemekten talep etmekten geçer. Demokrasi bir talep etme rejimidir, demokrasilerde vatandaşların isteklerini belli etme ve tercih yollarının başında seçimlerde rey vermekten geçer. Seçmenler çevreye duyarlı “ekoseçmen” bilinci ile davranıp “ekopolitika” oluşturan partilere oy vererek ekopolitikacıları söz sahibi yapabilirler/yapmalıdırlar. Çevre anlamında yarın nelerin olacağı bugün zihnimizde nelerin olduğuna ve yurttaşın ekoseçmen olmasına bağlıdır. Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde “Duyarlı Bölgeler” kavramından bahsedilmektedir.

Bugünlerde vadileri için (benimde doğum yerim olan İkizdere’de) mücadele eden köylülerimizi ve bölgesel bir çevre olayını kamuoyunda izlemekteyiz.

Flora (bitki çeşitliliği) ve fauna (hayvan çeşitliliği) zenginliği açısından dünyanın en önemli 100 vadisinden biri olarak belirlenen İkizdere Vadisindeki Eskencederesinde yapılacak olan Taş Ocağı Vadinin onulmaz bir şekilde tahrip olmasına neden olabilecek çevre karşıtı bir projedir. Proje için belirlenen taş teminine yönelik yer seçimi, kanımca yeterli bölgesel etüd çalışması yapılmadan aceleyle verilmiş bir kararın ürünüdür.

Nizamettin Biber

12 Mayıs 2021 Çarşamba

SEVGİ VE MÜCADELE MESLEĞİ


Hemşirelik, birey, aile ve toplumun sağlığını koruma ve geliştirmeye odaklanan, ideal sağlık düzeyine ve yaşam kalitesine ulaştırmayı hedefleyen bir meslektir.

Peki Hemşire kelimesi ne demek?, nereden gelmektedir?

Hemşire kelimesinin kökeni farsçadır. Kelime anlamı “hem” ön eki ile “süt” anlamındaki “şir” kelimesinin birleşimi beraber süt emmiş demektir yani kardeş.  Bu ifade bizde “karındaşlık”tan gelirken, Fars kültüründe “süttaşlık”tan gelmektedir.

Hemşire” özellikle “kız kardeş” için kullanılan bir kelime. Peki Türkçe‘de kadın sağlık görevlilerine neden “kız kardeş” diyoruz?

Yokluk ve sefalet içindeki savaşlarda yardıma muhtaç ve yarı çıplak onca yaralı erkeği ve onları tedavi etmekten sorumlu onca kadınlardır, hemşireler. Güven veya mesafe gerektiren pek çok durumda “bacı“, “kardeş” gibi kan bağı ima eden hitap kelimeleri, yabancılara şunu ifade etmemizi sağlar: “benden sana zarar gelmez, kardeşinim ben senin.

Zira kardeş kardeşi öldüremez öte yandan ona cinsel istek duyamaz; bunlar çoğu toplumda çok ağır tabularıdır. İngilizcede rahibelere sister” (kız kardeş) denmesi de, bizdeki “hemşire” kullanımına benzer bir uygulama örneğidir.

Zaman içerisinde Osmanlıda hemşire, kız kardeş ve bacı yerine kullanılır olmuş ve bu şekilde literatüre yerleşmiştir. 1852 yılındaki Kırım (Osmanlı-Rus) harbi yıllarında modern hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale Selimiye kışlasında sıhhiye çadırı kurar ve yanına Türk kızlarını da alır. Bu kızlar dünyanın ilk modern hemşireleri arasına böylece girmiş olurlar. Yaralı askerler hitap ederken bacım veya kız kardeşim anlamına gelen hemşire kelimesini bu insanlara kullanmaya başlarlar ve bir meslek adını böylece almış olur. İyisiyle kötüsüyle her hemşire en az bir hayat kurtarmıştır. Bu sonuç bile onlara toplumlarda yüksek saygı duymasını şart kılar. Florence Nightingale'nin çok manidar bir sözü vardır; “Tanrının en değerli armağanı olan hayat, çok defa hemşirenin ellerine terk edilmiştir.”

Korona virüsünün bütün dünyayı etkisi altına aldığı bugünlerde hemşirelere yoğun olarak sorumluluk ve görev düşmektedir.

Sevgi ve mücadelenin sembolü olan, beyaz meleklerin Hemşirelik günü kutlu olsun.

Nizamettin Biber