24 Ekim 2019 Perşembe

TOPLANMA ALANI AMA NASIL?



Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da meydana gelen 5,8 büyüklüğündeki deprem, toplanma alanlarının durumunu bir kez daha gündeme getirdi.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), kapsamlı bir açıklama yaparak, toplanma yerlerinin tespitinde göz önüne alınan kriterleri açıkladı ve İstanbul’da 2 bin 864 adet toplanma alanı olduğunu duyurdu. Buna karşın İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna’nın yaptığı açıklama ile 1999 depreminden sonra İstanbul’da 496 afet toplanma alanı belirlendiğini ve bu sayının 77’ye düştüğünü, söyledi. Vatandaşların çoğunun e devlet üzerinden arattırdığı acil toplanma alanlarının, mahalle aralarındaki küçük parklar, bahçeler ve camiler çıktığını, olası büyük bir İstanbul Depremi’nde vatandaşların çoğu, gerçek bir deprem toplanma alanının olmadığını habersiz. Suna, deprem toplanma alanlarının altyapılarının hazır olması gerektiğini belirterek, “Deprem sonrası ağır hasar almış alanlarda vatandaşlar nasıl yaşayacak bu soruyu kendimize sormamız lazım. Deprem toplanma alanlarının altyapılarının sağlamlaştırılması gerekiyor. İstanbul’da acil toplanma alanı olarak belirtilen yerlere vatandaşların sığması mümkün değildir. Parklara, okul bahçelerine nasıl sığacak insanlar. Bu alanlar depremin sıcak anında paniği atlatmak için yapılmış küçük alanlardır. Bu alanların da binalardan uzak olması gerekiyor. Siz bir binadan kaçıyorsunuz başka bir binanın yanındaki parkta durmanız mantıklı değildir” diye konuştu.
Mevcut toplanma alanlarının önemli bir kısmının gerekli kriterleri sağlamadığı ve 1999 depreminin ardından belirlenen alanların dörtte üçünün imara açıldığı öne sürülüyor.
Bir afetin yaşanmasının ardından hayatta kalanların yaşamlarına devam etmeleri ve olası kayıpların da azaltılması için iki önemli kavram bulunuyor.
Depremin ardından kurtulanların temel ihtiyaçlarını karşılayacakları güvenli alanlara ulaşmalarında çok kilit rol oynayan, tahliye yolları.
İkincisi de toplanma alanları. Sadece deprem riskine karşı değil, yangın gibi diğer afet durumlarında da insanların güvenli kalmasını ve temel ihtiyaçlarına ulaşmasını sağlayacak şekilde tasarlanmış olmalı.
Deprem riski gözetilerek tasarlanan toplanma alanlarının Uluslararası standardı, kişi başına 1,5 metrekare. Toplanma yerleri düzenlenirken, deprem sonrası bir toplanma alanına ulaşacağı tahmin edilen kişi sayısına göre yapılan hesaplamayla belli bir bölge için gereken kişi sayısının gözetilmesi gerekiyor.
AFAD, toplanma alanını, “afet ve acil durumlar sonrasında geçici barınma merkezleri hazır olana kadar geçecek süre içerisinde paniği önlemek ve sağlıklı bilgi alışverişini sağlamak amacıyla halkın tehlikeli bölgeden uzaklaşarak toplanabileceği güvenli alanlar” olarak tanımlıyor.
AFAD, toplanma alanlarının 7 kritere göre belirlendiğini ifade ediyor ve bu kriterleri şöyle sıralıyor: Bölgedeki nüfus yoğunluğu, Alanın ulaşılma ve tahliye edilme kolaylığı, Alanın mümkün olduğunca engellilerin ve yaşlıların ulaşımına uygun olması, İkincil tehlikelerden uzaklığı, Mümkün olduğunca engebesiz düz arazilerde yer alması, Konut alanlarına yakın ancak yapısal ve yapısal olmayan unsurlardan etkilenmiyor olması, Elektrik, su, tuvalet gibi temel ihtiyaçlar ve benzeri unsurların karşılanabileceği yapılara yakın olması.
Basit bir şekilde anlaşılan Toplanma alanı ayakta durulacak boş alan değildir. Doğal gaz, Elektrik, su, kanalizasyon Alt yapısı hazır olan, konteyner, prefabrik yapı, ve çadır kurulabilecek temizlenme, barınma ve yeme gibi temel ihtiyaçların giderilebileceği, insanların bir arada kısa bir sürede olsa  yaşamlarını sürdürebilecekleri toplanacak insan sayısına göre planlanmış alanlardır. Bu kriterler eşiğinde İstanbul’da belirlenen standartlarda toplanma alanları var mıdır? Varsa kaç tanedir?

Nizamettin Biber

14 Ekim 2019 Pazartesi

Vicdan Ne Zaman Doğdu?




İnsanın omurgasız olduğu bir çağda yaşıyoruz. İyi olan her şeyin sevginin bile anlamsızlaştırıldığı, insanı insana düşman kılan endişeli bir çağ! Kötümserliğe doğru hızla kayıyoruz. Dünya, bir mutsuzluğun önünde diz çöktü. Günümüzde insanlık, dünya barışına her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Yaşanabilir bir dünya kurmak için çaba harcayan insanlar, yaşanan toplumsal sorunlar karşısında bir güç olup dünyayı değiştirecek yeterliliğe sahip görünmüyor. Ve ne yazık ki, günümüz dünyasının gittiği yol, uygarlığa, hak edilmesi bile olanaksız bir vahşeti, sefaleti kabul etmesi yönünde yaptırımlar dayatıyor.
İnsanlık özgürleşecek mi ? yoksa, köleleşecek mi? Temel sorun insanlığın sezgisi hangi yönde akmaktadır?  İnsanlığın vicdanı ne durumdadır?
Kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliği olan Vicdan kavramının çıkış kökeni neresidir? Eski Yunan’da çıkan vicdan kavramı sonradan Avrupa’ya yayılarak batı düşünce sisteminde yerini almıştır. Orta çağda Katolik Kilisesinin tutuculuğu, cemaatine baskı uygulamaları, engizisyon işkenceleri dinde reform hareketiyle yıkılıp gitmiştir. İnsana sevgi ve saygıya dayanan tek tanrılı dinler, Konfüçyüs, Budizm gibi ahlak dinleri büyük yaygınlık kazanmış, yüzyıllarca yaşamış, daha da yaşayabileceklerdir.
Orta çağ Avrupa’sında kilisenin egemenliğinde vicdan kavramı çok arka planda kalmakla beraber insanın doğuşu anlamındaki Rönesans ile tekrar canlanarak insanı tanımlamada ve insani var oluşta merkezi bir yer edinmiştir.  Öte yandan vicdan konusunda filozoflar ikiye ayrılmıştır. Bir kısmı vicdan yasalarının insanda doğuştan var olduğunu, diğer kısmı ise sonradan kazanılan edimsel bir durum olduğunu savunur. Özellikle John Locke’un “tabula rasa” tezi buna örnektir. Locke’e göre insan zihni bilgi açısından doğuştan getirdiği hiçbir şeye sahip değildir. Bütün bilgiler sonradan deney yoluyla elde edilmektedir.
Heideger’e göre vicdan, bir şeyleri anlamamızı sağlayan ve onları açarak ortaya koyan bir özelliktir. Rousseau ise vicdana dair şu sözleri söylemiştir: “Vicdan, vicdan… Ey ilahi içgüdü! Ölümsüz ve semavi sada! Zavallı ve cahil yaratıkların en güvenilir rehberi, sensiz hayvanlardan farksız olur, kötülükten kötülüğe sürüklenir, özsüz bir akıl gücünün ve yasasız bir aklın sürüklemeleriyle, üzücü sonların ve ağır yanlışların avı olurdum.” Vicdan O’na göre yanlış yapmaktan koruyan iç ölçü ve bekçidir denilebilir. Kant; vicdan konusunda çığır açmış ve sonraki düşünürlere paradigma sunacak çalışmalara yer vermiştir. Kant’a göre vicdan, kişinin kendi yapıp ettiklerini mevcut ahlâk yasası içinde değerlendirdiğinde duyduğu “acı verici bir duygudur.” vicdan, O’na göre kendi kendisi için sorumluluk olan bir koşulsuz buyruk anlamına gelir. Spinoza için bütün gayesinin özgür bir yaşam inşa etme noktasında bireyin kendi kendisinin efendisi olması ve kendi gücünü merkeze alması olduğunu söylemektedir. Erich Fromm ise vicdanı kaynağına göre otoriter ve humaniter olarak ikiye ayırır. O’na göre otoriter vicdan, Freud’un süper ego adını verdiği benlik birimidir. Hümaniter vicdan ise erdemin ve mutluluğun doğru yolunu gösteren insani bir işarettir.
Victor Hugo vicdanı, “İçimizdeki Tanrı” diye tanımlar. Michel Foucault kavrama devrimci ve daha radikal bir yorum getirir. Ünlü filozofa göre vicdan, direnişin ta kendisidir.
Hıristiyanlıkta vicdan acıyla, İslam’da hakla tartılır. Hıristiyanlıkta acının olduğu yerde işlenmiş bir suç, bir vicdansızlık vardır. İslam’a göre ise vicdan varsa iyilik ve merhamet zirvededir.
Marlo Morgan; “Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur; farklı olan, vicdan ve yürektir...” der.
Vicdanın doğuşu uygarlığın başlangıcına denk düşmüştür. Ancak, İnsanlık, yine sadece ve sadece en mükemmel adalet olan insanlığın vicdanında yüksele/bile/cektir.
Nizamettin Biber