10 Şubat 2018 Cumartesi

Ser-Hoş, (Başı Hoş) Bir Kafa, Demleme Ustası

““Yeme-içme”nin de, bir keyfi var. Bu keyiflere yandaş olanların bazı kişiler tarafından küçümsenmesi olayına dokunmak isterim. Elbet öyle sanat zevkleri var ki, hitap ettikleri merkezler, insanlara insanlıklarını anlatan, ruhlara ve beyinlere hitap eden sanat zevkleridir bu söylediklerim. Ben bu zevklere iyice aşına oldum. Örneğin mimar olarak 1,5 milyon metrekare bina planladım ve gerçekleştirdim. Otuza yakın kitabim yayımlandı. İçkiye gelince bu zevki küçümseyenleri, hele hiç bilmeden küçümseyenleri, bu sefer ben küçümsüyorum.

Yemek, mezeyle içliyle birlikte beyne neşe de veren bir keyiflenme yaratabilir. Erbapça hazırlanmış ve düzenlenmiş yiyecek ve içeceklerle, böylece yaşama neşesine kavuşturacak sohbetler kaynaklanmış olur.
Yalansız dolansız, yürekleri açık insan gruplarının iki önemli topluluğu olur (2D), deliler ve demciler. Her içen kişinin ille de sarhoş olması gerektiğini sanmak ilkelliktir. Haydı biraz daha yumuşatalım cahilliktir. Haydi, biraz daha açalım; yobazlıktır. Her içki içenin, ille de sarhoş olması gerekmez. Sarhoş lakırdısı; ser-hoş yakıştırmasından kaynaklanır. Yani “başı hoş” gibi bir niyetle, eski çağlarda yakıştırılmıştır. Ancak sarhoş sözcüğü o denli yalama edilmiştir ki, hiç kimse sözcüğün kaynağındaki anlamı, aklına getirmez. Her türlü dolandırıcılığı gizli gizli hatta açıkça inanç şarlatanlığı yapanlar bu yakıştırmayı yapanlardır.
İçkinin elbette ki rakının da etkisi, kandaki alkol yoğunluğu ile ölçülür. Her ölçünün bir oranı vardır. Kandaki alkolün ölçüsü ise “binde bir” hesabı ile bilinir. Bilinmesi gerekiyorsa o oranın, vücutta kanla birlikte dolaşan alkolün, toplan kan miktarının binde kaçı olduğudur. Kanda binde 0,5 ile 1,5 arası alkol yoğunluğu önemli basamaktır. Bu oranın alt ve üst basamağı arası, kişisine göre, “çakırkeyiflik” halidir.
Rakıya buz atmak caiz değildir. Ağza alınca rakıya katılacak tek dünya malzemesi sudur, su…karışımın raconu ise ayrı bir uygulamadır. Bektaşilere göre rakının bedene en çok zevk verişi, gırtlaktan mideye iniş sırasındadır. Bu yol helezonik olarak uzamalı ki, demcinin zevki artsın. Rakı distile, yani imbikten çekme içkidir. En üstün kaliteli rakının ana maddesi üzümdür. Ünlü yazar ve içer, Ernest Hemingway “Alkolik kendisinden fala içemeyen adamdır” der.
Ne zaman ne kadar içmeli, doğrusunu yine olsa olsa Hayyam söyler;
Sarhoş oldun mu aklın azalır,
Ayıldın mı sevincin dağılır.
Ne sarhoş ne ayık bir hal var ya?
En güzeli öyle yaşamaktır.
Demcilerin yaşamlarında neşe eksik olmaz. Hep birbirine takılma oyunları oynanır. Rakı içmeye başlamadan önce bir fincan saf zeytin yağı, azar azar yudumlanır ve çok yavaşça yutulurdu. Bu çok alçak gönüllü önlemin çok ciddi olduğunu anmalıydık.
Romalı düşünür Seneca; “Sarhoşluk, kusur yaratmaz. Var olan kusurları göz önüne çıkarır” demiştir. Mevlana ise benzer anlama gelen bir düşünceyi şöyle açıklar; “Şarap, zaten edepsiz olanı edepsiz eder.”
İçki içen insan ne aradığı için içer ki? Değişiklik olsun diye mi? Günlük sıkıntılardan kurtulsun diye mi? Neşelensin diye mi? Keyif almak için mi?
İçki içmek, dostlarla buluşup sohbete dalmak, ferahlamanın sahnesidir. Ne için içilir? Sorusunun yanıtı ansiklopediler doldurur.
Nedir Alkol denen şey? Çok basit… şekerdir. Kimyasal bir formüle ait şekerin mayalandırılmasıdır. Çocukluğumuzda duyardık, komşu evlerin erkekleri akşam eve biraz geç, üstelik mırıldanarak ve hem de sallanarak gelince, hanımlar; “yine zıkkımlanmış” derlerdi.
Meze içkinin asistanı mı desek yoksa yaveri mi? İkisi de olur. Bu nedenle demciye sofraya neler konulacağı da, mezelerin nasıl hazırlanacağı da öğretilmelidir.
Hiçbir canlı, yani hayvanlar, mizah yapamaz ama bütün insanlar en aptalları dahil, mizah yapabilir. Mizahı, özellikle içki masası tetikler.
Akordu bozuk demciye söz anlatılmaz. Bıkkınlıktan kurtulma hayaliyle, kendini tutmayı bilmez. Bıkkınlıktan kurtulma aşkına içen kişi, hiç kurtulamaz. Çünkü kendinden bıkar.”
Diyor Ser-hoş (hoş kafa), demleme ustası Aydın Boysan Şerefe adlı kitabında.
Şerefe Aydın Boysan ışıklar içinde uyu.
Nizamettin BİBER

İlk Türkler Feminist miydi?

Belgeler incelendiğinde, tarihte ilk görülen Türk topluluğunun Çinlilerin “Hiung-nu” adını verdikleri kavim olduğunu görüyoruz. M.Ö. III. Yüzyılda bu topluluğa ait güçlü bir devlete sahip olduğunu anlıyoruz. Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre ise, M.Ö. 209 yılında söz konusu devletin başına “Mao-Tun” (Mete) adında bir hükümdarın geçtiği biliniyor. Mete karısına çok önem verir, asla onun sözünden çıkmazdı. Karısının sözü ile komşu devletlere savaş açar, barışırdı.

Türkler ilk kez X. yüzyılda Müslüman olurlar. Tarihçiler, sosyal bilimciler; Türklerin Müslümanlığı kabul etmeden ve kabul ettikten sonra kadına ve evliliğe Araplardan farklı ve bugünkü anlayıştan bile daha fazla değer verdiklerini yazarlar. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan kitabesinde Kağan: “Sizler anam hatun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim, prenseslerim…” hitabıyla söze başlar. En eski Türk inancına göre, “Han ile Hatun” gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesi, horlanması mümkün değildir. X. yüzyılda Oğuzlarda diğer Türk boylarında, kadın erkeklerden kaçmaz onu bir öcü olarak görmez, yüzünü ve saçını örtmezdi. Türkler, Araplar gibi poligami değil tek kadınla evlenirdi. Oğuzlar eşlerine saygılı ve sevgi ile davranır onlara “Görklüm” (Güzelim) diye seslenirdi. Kadın kızdığında kocasına acı ve sert sözler söyleyebilirdi. Evlenmeden gelin ve damat mallarını birleştirerek ortak bir ev kurarlardı. Bir evde sosyal birleşme, cinsel birlikte olmanın anlamsal karşılığı “Evlenme” olarak ifade ediliyordu. Erkeğe “Ev ağası” kadına da “Ev kadını” denilirdi.
Ziya Gökalp eski Türklerin feminist olduklarını söylerken, bunun da Müslümanlıktan önce Türklerin “Şamanizm” inancından kaynaklandığını belirtirdi. Çünkü Şamanizm, kadındaki kutsal güce dayanmaktadır. Özellikle Türk erkekleri, Şamanizm inançları gereği, büyü güçlerini gösterebilmek için kadına benzemeye çalışırdı, kadın elbisesi giyerler, saçlarını uzatır, sakallarını keser ve seslerini inceltirdi.
Eski Türklerde Şamanizm yanında bir de “Toyonizm” inancı vardı. Toyonizm de erkeğin kutsal gücüne inanmaktı. Türklerde, her iki inanç eşit değer taşır, kadın ve erkek hem törece hem de hukuk nezdinde eşit tutulurdu. Sonuç olarak erkek ve kadın yaşamla ilgili her sorunun çözümünde ve her toplantıda birlikte bulunur, birlikte karar verirlerdi. Toplumun egemenlik hakkını ise hükümdarla karısı ortaklaşa kullanırdı. Erkeğe “Hakan” kadına “Hatun” denilirdi. Yazılan buyruklarda “Hakan Buyuruyor ki” denilince halk bu buyruklara boyun eğmez, “Hakan ve Hatun buyuruyor ki” sözleri ile başlayan buyruklara boyun eğer itaat gösterirlerdi. Elçiler, Hakan sağda, Hatun solda oturarak kabul edilirdi. Törenlerde, savaş ve barış kurultaylarında Hakan ve Hatun birlikte otururlardı. Kadınlarda örtünme özellikle erkeklerden kaçma diye bir davranış yoktu. Erkekler evlenmek için özellikle ata iyi binen, kılıç kuşanan eş isterlerdi. Genellikle Türk kültüründe kadın, bir aşk ve cinsel haz yaşam aracı olmaktan çok, erkeği ile eşit konumda, bir yaşam savaşımı ortağı olarak algılanmaktaydı. Erkek kadınına duygusal bir şekilde seslenir, şu dizelerle överdi;
“Beri gelsene, başım bahtı, evim tahtı.
Evden çıkıp yürüyende selvi boylum,
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım,
İkiz badem sığmayan dar ağızlım,
Güz elmasına benzer al yanaklım,
Kadınım, direğim, döleğim (döl verenim).”
Türk Milletinin tek bereket kaynağı olarak hanların, hakanların, savaşçıların önünde saygıyla eğildikleri bir onur anıtıdır, kadın. Tarihte Türkler, genel olarak kadın-erkek ayrımcılığına karşı çıktı, cinsiyetler arasında ekonomik, siyasal ve toplumsal eşitliği savundu.
Feminizmi, temel amacı kadın özgürlüğü ve kadının toplumdaki yeri konusunda gerçek bir eşitlik hali olarak tanımlarsak, şimdiki zamanda diyemeyeceğim ama tarihte Türkler gerçekten feministi.
Nizamettin BİBER
Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'in İslam ve Türk Toplumu Üzerine ünlü Konuşması;

Bilim ve Bilimsel Araştırma

Doğru düşünme ve sistematik bilgi edinme süreci olarak bilimin amacı evrendeki doğru bilgiyi yanlış bilgiden ayırarak onu sistematik biçimde değerlendirmek, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisini kurmaktır. Bilimin başlıca sonuçlarından biri, düşüncede, dünyada ve toplumda düzen yaratmak, böylece kişiden kişiye değişebilen yargı ve tercihler yerine tarafsız kıstaslar düzenini getirmektir. Bilimsel bilgi öznel değildir, her zaman geçerlidir. Her zaman geçerli olmak, “mutlak olmak” anlamı taşımaz. Bilim yeni gelişmeler ışığında kendi bilgisini tazeler, geliştirir ve daha doğru bir hale getirir. Bilimsel bilgi üretme süreçleri, bir bilginin ne zaman doğru ve güvenilir olacağını söylediği gibi bir bilginin ne zaman terk edileceğini ve hangi bilginin nasıl konulacağını gösterdiğinden, bilimsel bilgi her zaman geçerlidir.

Bilimsel bilginin kendine özgü; tarafsızlık ilkesi, doğru ölçümler, kanıtlanma niteliği, genelleyici oluşu, olması gerekenler yerine olanla uğraşma şeklinde özellikleri vardır. Bilimsel bilgi, insanlar arasında din, dil, milliyet ve ırk ayırımı olmaksızın geçerli olup, insanlığın ortak bilgisidir. Bilimin tarafsızlığı aynı zamanda olguların her türlü kişisel değer ve yargıların ötesinde olmasıdır. Bilimsel çalışmalar sonucunda sağlanan bilgi birikimi çoğaldıkça, toplumu ilgilendiren pratik konulara uygulanabilirliği de giderek artar.
Bilim, fiziksel dünyanın daha iyi anlaşılmasını amaçlayan yeni keşifler yapmaya yönelik bütün faaliyetleri kapsar. Bu keşif faaliyetlerine araştırma denir. Bilimsel araştırma, bilimin gerçekleşmesini sağlayan kuralların akla ve deneye dayanılarak kullanılmasıdır. Araştırma konusunda en çok kabul gören üç tanesi şöyle sıralanabilir;
·         Yeni bilgiler üretilmesi, olayların bilimsel yorumlarının yapılması veya problemlerin pratik olarak çözülmesi için, bilimsel esaslara uygun yapılan çalışmalardır.
·         Planlı ve sistemli bir şekilde veriler toplayıp, verileri analiz edip, açıklayarak problemlere güvenilir çözüm yollarının bulunması işlemidir.
·         Yeni bilgilerin elde edilmelerine ve olayların doğru olarak yorumlanmasına yönelmiş titiz ve yoğun bir deneme, gözlem ve geliştirme çalışmasıdır.
Bilimsel bir çalışmanın ana basamakları; gözlem yaparak bilgi toplanması, elde edilen bilgilerin düzenlenmesi, düzenlenen bilgiler arasında düzenlilik olup olmadığının araştırılması, bu bilgilerdeki düzenliliğin nedenlerinin bulunması ve bilim dünyasına bilgilerin ve sonuçların yazılı olarak aktarılması şeklinde özetlenebilir.
Bu çalışmaları ise bir bilim dalında gerekli bilgilere sahip, yenilikleri izleyen, araştırma konusu seçebilecek, çalışmayı planlayıp yürütebilecek, sonuçları bilimsel yöntemlerle değerlendirip yayımlayabilecek düzeydeki insan yapabilir.
Roma neden yıkıldı sorusuna Cicero; “güzel ve çok konuştuk, fakat bilgisizdik.” yanıtını vermiştir.
Nizamettin BİBER