Bu blog yazısı, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden bir Şerif Mardin irdeleme yazısıdır!
Mardinizâde olarak bilinen sülaleden gelen Şerif Mardin, II. Abdülhamit’in veziri Halil Şerif Paşa’nın kızı Şerife Leyla’nın torunudur. Eğitimini ABD’de alır, 1957 yılında DP milletvekillerinin kurduğu Hürriyet Partisi'nin Eskişehir milletvekili adayı olarak seçimlere girer, kazanamaz.
1994 yılında yeniden siyasete ilgi gösterir ve YDH tecrübesinde, Cem Boyner, Asaf Savaş Akat, Kemal Derviş, Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Hüseyin Ergun gibi isimlerle birlikte olur. Yine başarısızdır. 1958'de Stanford Üniversitesi’nde yaptığı, “Jöntürkler'in Siyasi Fikirleri” çalışmasıyla doktora kazanan Mardin ABD ile dirsek temasını Harvard ve Princeton gibi üniversitelerde asistanlık yaparak sürdürür. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışır.
1960'larda merkezde bulunan siyasi düşün yapısına sahip olan Mardin, 1970'lerde daha muhalif bir çizgiye kayar. Aslı 1989'da ABD’de yayınlanan; Türkçe tercümesinin ise 2007 Kasımında yayınlanan “Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişme: Bediüzzaman Said Nursî Olayı” adlı kitabıyla "sosyolojik" çözümleme yaptığını iddia eder, Kürt Teali cemiyeti kurucusu Said-i Nursi'yi kitabında öve öve bitiremez.
Kemalizm’e saldıran Şerif Mardin kitabında Risale-i Nur’u açıklar ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en önemli kişisi olarak Nursi’yi gösterir ve toplumun yönlendirici aydını olarak tanıtır, onu eşsiz bilim adamı kimliğine kavuşturur, ona tüm felsefi, fenni, teknik kitapları okutturur.Aynı Şerif Mardin “İdeoloji” adlı kitabında ise Said-i Nursi’nin varlığını Kemalizm'in yetersizliğinden doğduğunu ima eder.
Bir süre önce yaptığı açıklamasında, "dinin bir toplumu anlamak için en önemli öğe olduğunu, dolayısıyla tarikatların da o kadar önemli olduğunu, Nakşibendiliği ya da Nurculuğu anlamayanların Türkiye'yi anlayamayacağını düşündüğünü" dile getirir.
Şerif Mardin, Türkiye Bilimler Akademisi'ne üye olmak ister, daha önce de iki kez reddedilen Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyelik başvurusu üçüncü kere reddedilmiş bir isimdir! TÜBA’ya onu Erdal İnönü önerir. Prof Ayhan Çavdar başkanlığındaki akademi onu yetersiz bularak kabul etmez. Sözde bilimsel yapıtı yaratan Mardin, Bilderberg üyesidir.
Türk modernleşmesi üzerine yazdığı eserleriyle saygın bir yer edinmesine rağmen, cumhuriyet modernizmine zihinsel mesafesi olan, aynı dili konuştuğu çevreler tarafından lanetlenmiş, farklı dili konuştuğu çevreler tarafından yüceltilmiş biridir. Bir “muhafazakâr-modernist” olarak Mardin’in akademik ömrü, Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesinin pozitivist jakoben karakterinin eleştirel çözümlemesi ve bunun karşısında bir “kültürel parametre” olarak değerlendirdiği dinin durumunu anlama çabasıyla geçer. İşte bu çaba, onu aynen kendisi gibi modern ve seküler olan akademik meslektaşları tarafından dışlanan; Cumhuriyet modernleşmesine kültürel bir içgüdüyle direnen gelenekçi-mutaassıp kamuoyu tarafından da içselleştirilmeye çalışılan bir figür haline getirir.
Bu çerçeveden, Mardin’in tüm çalışmalarının Türkiye’de laik Cumhuriyet karşıtı hareketliliklerin (“yobazlığın”, “gericiliğin”) meşrulaşmasına, hatta dinbazlığının konsolidasyonuna büyük katkı yaptığı ileri sürülebilir. Fakat yine çok ilginçtir ki Şerif Mardin’in onca çalışmasında kayda değer kuramsal ve kavramsal bir içerik yoktur, onu herkesçe tanınır-bilinir (popüler) hale getiren “mahalle baskısı” deyimidir. Bu deyim, söylendiği konjonktürel zamanlama açısından anlam bulur.
Kaderin garip bir cilvesi! Mardin, Kemalist modernleşmenin sıkı bir eleştirmeni niteliği ile akademik ün kazandıysa da söylediği “mahalle baskısı deyimi” iktidar aracılığı ile yaşanan muhafazakârlaşmanın “yumuşak başlı” bir eleştirmeni olarak toplumun zihninde yer eder, “popüler” üne sahip olur. Evet, Mardin Kemalizm’e eleştireldir aynı zamanda Atatürk’ü içerisinde yer aldığı hâl ve şartlar bağlamında tarihsel bir kişilik olarak değerlendirir. Mardin’e göre, “Nurculuk”, Cumhuriyet’in başaramadığını iddia ettiği birey-devlet bütünleşmesini gerçekleştiren bir araçtır.
Ünlü Osmanlı tarihçisi Prof. Kemal Karpat, yeni çıkan ve hayatı boyunca tanıştığı önemli kişilerin portrelerini içeren “Bir Ömrün İnsanları” kitabında sosyolog ve siyaset bilimci Şerif Mardin için “Şerif'in entelektüel hayatı ve çalışmaları geniş çapta onun sınıfsal değerlerinden ve kişisel bunalımlarından, yani toplumun bir parçası olmak istemesinden ve bunu başaramamasından kaynaklanır" ifadesini kullanır. Karpat, “Şerif Mardin halktan uzak, halkın parçası olmayı özleyen ancak mensubu olduğu sınıfın kültüründen ve tutumundan ayrılamayarak halk ile bütünleşmemiş, bütünleşememiş biri.”
Mülkiye yıllarında, Mardin Forum dergisinde Menderesin otoritarzmini eleştirirken öğrencilerin gözünde kahraman olur, yaşanan Mayıs-68 sonrasında SBF artık eski SBF değildir ve Asistan Mardin de öğrencilerin kahramanı olmaktan çıkmıştır. Sorduğu soruların yönlendirici niteliği yüzünden bir kez sınavı dahi boykot edilir. Mülkiye’den ayrılmasının nedenlerinden biri de bu olmuştur. Mardin, Mülkiye’yi terk eder; Boğaziçi Üniversitesi’ne geçer ve akademik hayatının belki daha az şanlı, fakat kesinlikle daha ünlü safhası başlar.
Liberalizmin yükseliş yıllarıdır; Mardin bu yıllarda Cem Boyner’in YDP’sinde öncülük yapmaktan kaçınmaz. Kendi çizgisi açısından tutarlı bir davranıştır; hareket fiyaskoyla bitse bile, fikirleri uğruna riskli angajmanlara girebileceğinin bir örneğini vermiş olur.
Ülkemizde 2. Meşrutiyet ve onu izleyen 31 Mart ayaklanmasından beri din ve şeriatçılık daima gündemde olmuştur. Ahrar Fırkası’ndan itibaren, aslında İslamcı olmayan, hatta bazı durumlarda dindar bile sayılamayacak düşünce ve siyaset adamları da bu muhafazakâr akımları desteklemiştir. Bazen samimi bir özgürlük aşkıyla, daha çok da maslahat ve çıkar hesaplarıyla. 1909’da Hareket Ordusu tarafından gözaltına alınan ve İngiliz desteğiyle- kurtularak yurt dışına çıkan Prens Sabahattin’den, Adıvar’lara; Fethi Okyar’dan Menderes ve Bayar’a, oradan da Çiller, Boyner ve son yılların “yetmez, ama evet!”çilerine kadar uzanan çizgide çok sayıda simgesel isim vardır. Şerif Mardin de bu “gelenek” içinde yer almış ve akımın en etkili akademisyeni sayılır. Açıkcası, bazı yakınlarının “prens” adını taktığı Mardin de yakın dönemin Prens Sabahattin’i olmuştur.
Mardin, Sait Nursi’yi legalize etmeye çalışır, nurculuğu bir sivil toplum kuruluşu olarak ilan eder, iktidarları, gücü dolaylı olarak da olsa her vesileyle destekler.
“Muhafazakar Türkiye”nin bütün katman ve kesimlerinde, İslamcı muhitlerinde ünvanlar ve payeler bol kepçe ile dağıtılır. Bu kimselerin dokuza çıkan adı her ne olursa olsun bir daha sekize inmez. Böylece yazar, düşünür, bilim adamı olması gerekenler şeyhleşir. Bu çarpık uygulama, Şerif Mardin örneğinde de net olarak görünür.
Ayşe Arman ile yaptığı söyleşide, türban yasağının yüzde yüz antidemokratik olduğunu, kadınların geleceğini tehlikede ve çok ciddi sorunların olduğunu söyler, sonrasında ise çark ederek “Belki de bütün bu korkular yersizdir” diye ekler. Bir toplumsal olgu ya tehlikelidir ya da değildir. Bu olguyu bir sosyolog tehlikeli bulabilir, bir başkası bulmaz. Bu da doğaldır. Ama tehlikeyi saptayan bir bilim adamının “Belki de bu korkular yersizdir” demesi ne kadar çelişki de olduğunu gösterir. Oysa tehlikenin ne olduğunu kendisi açıklar :“Devletle rekabet halinde. Kemalistlerin göremedikleri şeylerden bir tanesi, Nakşibendilerin kurdukları teşkilatın ne kadar güçlü olduğu. Bunu anlayamadılar.” der.
Şerif Mardin fena halde yanılıyordur. Cumhuriyet, tarikat, cemaat teşkilatçılığının nasıl bir sorun yaratacağını taa birinci Meclis’te görmüştür. Çıkartılan Devrim Yasaları bunun en önemli kanıtıdır.
Ulus devletimizin cemaat örgütlenmesinden göreceği tehlike ve zararı görmezden gelir. Mardin, son yıllarda postmodern muhafazakârlığa bürünerek uygarlığa yenilmiş kültürlerin düşünsel parametrelerine, din ve dindarlık adına bir şeyleri korumak için öyküler yazan postmodern muhafazakârlığa meyletmiş görünür; sosyolojiyi ileride değil geride arar. Söylediği ve yazdığı öyküler kendini izleyen cahil kalabalıkların düşünsel tahayyülleri değil, kendi dışlarında üretilen kavram yanılsamalarıdır. Dini din, sanatı sanat, felsefeyi felsefe, ahlâkı ahlâk olarak kavraması, işlevsel aklın egemen olacağı toplumsal bir tecrübe önermesi gerekirken, Mardin’in sosyal bilimciliği felsefe gerisine düşmüş görünür.
Günümüzde yadsınamaz bir gerçek ki İslâm dünyası bilgi kirliliği ve bilinç tutulmasının en koyu entelektüel cehaletini yaşıyor. Bunun en büyük sorumlusu entelektüellerdir. Çünkü entelektüel hem toplumda saygı uyandırır, hem doğruluk ve gerçeklik algısını başkasına yansıtma özelliğine sahiptir. Eğitim düzeyi ve olaylar arasında ilişki kurma yeteneği fazla olduğu için toplumsal tahayyülün tepesinde dururlar. Asıl tehlikeli olanı ise entelektüelin yanlış bilinç aşılama ve manipülasyon yeteneklerinin de bulunmasıdır.
Gelişmemiş kültürlerin bilinç kararması veya bilinç tutulmasına bizdeki örneklerden biridir Şerif Mardin. Jön Türk dönemine ait yarı tarih yarı sosyoloji odaklı ilk eserlerinde laik cumhuriyet modernizmine ters gelmeyen analizler yapmıştır. Son yıllarında ortaya attığı postmodern analizler ise, medrese verileri ve bilinçaltı ögeleriyle gölgelenmiştir.
Şerif Mardin, İslâm dünyasının ilk bilinçli aydınlanması olan Cumhuriyetin kurucu paradigmalarına gizliden gizliye aforizma yollar. Din-modernite ilişkisinin 200 yıllık sonucunu bilen ve geleneksel yapıları dikkate almayan kurucu ideoloji, onun için jakobenliktir. Ona göre, sekülerleşme karşısına çıkarılan tüm aforizmalar da tarikatların ve sahte dinciliğin sembolik sermayeleridir.
Max Weber, Hegel ve Freud’un psikanaliz yorumları, Doğu’nun Batı karşısında kör-topal kalışını araştırırlar: Dinler eleştirel düşünceyi yasakladığı için zekânın gelişmesini de engellemiştir. İnsanın duygusal bir kalbi ve psikolojik bir bilinçaltı olduğu için herkes rasyonel olamaz. Şerif Mardin de, insan olarak sosyal psikolojinin bu kuralından istisna değildir, ailesi ve çocukluğunun bilinçaltını yansıtır. Yazdıkları yetmez satır aralarını zihin yapısını da okumak gerekir. Sofist müridlerin 40 günlük ilk halveti gibi, o da ömrünün sonunda tarikat halvetine girmiş, ‘Saidi Nursi Olayı’ kitabında toplumbilim analizi yapayım derken, bilimsel ahlâkın verilerini, dürüstlük ve erdemini inkâr edebilmiştir.
Mardin: Kemalizmin içinde ne var, dışında ne var, nelerden meydana geliyor, belli değil. meselâ laiklik deniyor, ama laiklik ne demek? bunu nasıl uygulayacağız? “Gelişmiş bir söylem olduğuna inanmıyorum. Felsefî derinliği yok” der ve ardından şu eleştiriyi getirir: “Kemalizm “devlet içinde devlet kurdurmamakta kararlıdır. Bu o zaman ne biçim bir laikliktir? Kemalizm’in belirleyici yönünün laiklik olması yetmez, başka şeyler de söylemeli.” Mardin, Batıda da Kemalizm’in “gerekli, fakat sığ olduğu”nun kabul edildiğini belirterek, “Herkes Kemalizm’in Türkiye’yi kurtardığı, fakat derinliği olmadığında birleşiyor” görüşünü ortaya atar. Bütün bunlar alt alta konulduğu zaman Mardin’in de net olmadığı, söylediklerinde doldurulması gereken boşluk ve açıklar bulunduğu görülür. Örneğin, Kemalizmin Türkiye’yi kurtardığını söylerken, neden, kimden ve nasıl kurtardığı sorusunun cevabını vermez. Derinliği olmayan, sığ ve kuru bir ideolojinin bunu nasıl başardığının da.
Mardin’in açıklamalarında öne çıkarılan sözlerinden biri de bazı gazetelerin sürmanşetinde “İmam öğretmeni yendi” şeklinde özetlenen ifadesidir. Camisi, imamı, imamın okuduğu kitapları, tekkesi, tarikatı, külliyeleri, esnafıyla Osmanlı toplumsal hayatının gerçek bir birimi olarak nitelediği mahalleye, cumhuriyet döneminde öğretmen, okul, öğrenci ve öğrencinin kitabı üzerine inşa edilen bir yapının rakip olarak çıkarıldığını belirten Mardin, çıkan sonucu “Öğretmen kaybetti, ama çok kaybetmedi” diye ifade eder. Bunu da “Öğretmenin getirdiği yeni inşa ve grup tipinin Anadolu’da bir etkisi oldu, ama 1950 sonrasında öğretmen geri kaldı” şeklinde açıklar.
Mardin, “Kemalizm hakkında uzun çalışınca ne kadar kuru bir ideoloji olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu ideoloji topluma iyi, güzel ve doğru hakkında hiçbir şey verememiştir. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü çok derin bir ifade değildir” ifadelerini kullanır.
Avrupa’da yüzyıllarca insanların, özellikle laik grubun “iyi, “doğru” ve “güzel” kavramları konusunda tartıştığını ve bu konularda birikim oluşturduğunu kaydeden Mardin, şöyle konuşur: “Türkiye’yi hazır görüşlerle inceliyoruz. Orada da bir görme problemi yaşıyoruz. Yeniyi öğrenmek yerine takip ediyoruz. Türkiye'de “iyi, doğru ve güzel” hakkında Kemalizm'in bir sorunu var. Kemalizm’in bunların tanımını yapmakta bir zaaf yaşadı. Sormak lazım neden?” Türkiye’de tartışılmamasının sorumluğunu, Osmanlının küllerinden bir Ulus devlet yaratan Kemalizm’e yıkan ve Türkiye’deki mahalle baskısını toplumun “birbirini gözleyerek” oluşmasına bağlayan Sosyolog Mardin’e göre bu durumdan fikir üretmeyen herkes sorumludur.
Can Dündar'ın "Mustafa" filminin anlaşılması için, Küresel sermayenin usta psikolojik savaş operatörleri, filmin görünmez yapımcıları olan Şerif Mardin ve Vamık Volkan ile Batının Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti nefretini anlamak gerekir. Film, Atatürk’e karşı batının asırlık nefretinin belgesi niteliği taşır.
Mardin’in arkasından yazı yazanlar ise, ne kadar büyük bir bilim adamı olduğunu, ülke bilimine ne kadar kavram hediye ettiğini, nasıl anlaşılmamış olduğunu yineleyip durur, duracak. Oysa ortada da “mahalle baskısı” kavramından başka bir şey göze çarpmaz. “Mardin’in ‘mahalle’ birimi çerçevesinde yaptığı analizler, kısmi olmakla beraber, ilginçtir. Kendisinden önce Şevket Süreyya Aydemir de, her türlü teorik iddianın dışında, bu olguyu gözlerimiz önüne sermiştir. Aydemir, Selanik’le ilgili olarak şu satırları yazarken, Mardin’in ilerde savunacağı fikirleri önceden çok iyi özetler. “Mahalle; kadınları, erkekleri, hastaları, sağları, dostlukları veya kıskançlıklarıyla, bütün hücreleri birbirine bağlı ve bütün bir varlıktı. Mahallenin, mahalle halkı üstünde tam ve kesin bir kontrolü vardı. Bu kontrolü kim kurar, kim kullanırdı? Bir bakışta bu belli olmazdı. Ama mahallenin toplumsal kontrolü, evlerin iç ve dış hayatına kadar sokulurdu. Mahallede herkes, görünmez bir hiyerarşinin, tarifi kabil olmayan bir kademesinde yer alırdı. Mahallenin yazılmamış kanunlarına ister istemez bağlı kalınırdı.”
Şerif Mardin’in 90 yaşında öldüğünü gazeteler yazdı. Bir insanın ortalama ömrünün üzerinde bir yaşam sürer. Ne var ki yazılanlara bakılırsa Mardin’in cenaze töreni bekleneceği şekilde görkemli olmaz ve prense son yolculuğunda ancak yüz kişilik bir cemaat refakat eder! Bu sonuç şaşırtıcı değil midir?
Sosyal Bilimlere ilgisi olan mühendis bir sosyolog öğrencisi olarak, Ulus devletimiz karşısındaki, ona zarar verecek her düşünceye, ideolojiye ve o ideolojiye sahip kişiye sempatiyle bakmıyorum. M.S.Ü.’de düzenlenen sempozyumun konusu 3 bilim insanını tanıtan ve biri de Şerif Mardin olan, Bağlam Yayınlarından çıkmış kitap dahil kendisi ile ilgili onlarca makale ve kitap okudum. Sosyolojiyi din sosyolojisine indirgemiş, emperyalist güçlere sırtını dayamış, kavramları iğdişleyerek, zihinlerin arka planına yerleşmeye çalışan bir sosyal bilimci olarak beni çok etkilediğini söyleyemem. Nihat Genç onun için “Şerif Mardin, bu topluma, yemiş yutmuş bir bilim adamı olarak pompalandı. Bana sorarsanız Şerif Mardin son nefesini vermeden çok önce, bilimi ve kendini harcamış ve ölüm hakkını kullanıp ‘intihar’ etmiştir. Hiçbir zaman ‘muteber’ bir bilim adamı olmamıştır, onu ‘muteber’ yapan ekranlar ve çevreler malumunuzdur.” diyor. Tanrı peygamberleri kullanmış, Read More Bilge kişileri kullanmış, Atatürk ve benzeri devrimcileri kullanmış, Giordano Bruno söylediği “Kötüler Tanrı’yı, Tanrı ise iyileri kullanır!” sözüne karşılık; “Ya Tanrı’yı kimler kullanmış?”
“Zehirli sonuçlar” yaratacak bazı kapalı toplantılara katılan “ilim ve bilim” insanlarından ana vatanlarına karşı çok ama çok az da olsa sorumluluk duyarak bildiklerini açıklamadan dünyadan ayrılıp gidiyorlar. Biliyorum, sırf koca koca kitaplar yazdılar diye her önümüze geleni yüceltme huyumuz değişmeyecek. Ölen Şerif Mardin’in arkasından konuşalım ki nabza göre şerbet verme telaşıyla ölene methiye, övgü düzenler sahada tek başına kendilerini yalnız hissetmesinler.
Nizamettin Biber
Kaynaklar:
1-Tayfun Atay- Cumhuriyet Gazetesi-8.09.2017-Şerif Mardin
2-Kemal Karpat-T24 Bağımsız İnternet Gazetesi-12.12.2015-Beni aşağıladı; halktan uzak, hınç dolu, bunalımlı!
3-Taner Timür-Birgün Gazetesi-14.07.2017-Şerif Mardin’in ardından
4-Özdemir İnce-Özdemirince.com-6.09.2017-Şerif Mardin Vefat Etmiş
5-Osman Selim Kocahanoğlu-Aydınlık.com.tr-14.09.2017-Şerif Mardin Ölmüş Diyeler
6-Adem Çaylak-adaletedavet.com-2904.2016-Kemalist Bedeni Tahkim eden Muhafazakar İslamcılık Ruhu
7-Çağlar Ezikoğlu-abcgazetesi.com-07.09.2017-Yeni Türkiye’nin Taşlarını Döşerken: Şerif Mardin’in ardından
8-www.saidnursi.de-Prof. Dr. Şerif Mardin: Kemalizm kuru ve sığ
9-güncelmeydan.com-Nurcu Şerif Mardin Kemalizm’e saldırdı
10-Mustafa Yıldırım-akdenizgercek.com.tr-11.09.2017-Şerif Mardin-CIA-Marine Club
11-Vamık Volkanın Mustafa’sı - Banu Avar
12-Şevket Süreyya Aydemir-Tek Adam, c. I., s. 24, İstanbul, 1963
13-Türk Sosyolojisinde üç Bilim İnsanı-Kovanlıkaya, Çağlayan-Çav, Erkan-Bağlam-2010-1.Basım-İstanbul
14-Emre Kongar-Cumhuriyet Gazetesi- 22.09.2017- Şerif Mardin ve Said Nursi
15-Nihat Genç-Oda Tv-07.09.2017-Öldü mü,İntihar mı etti?
16-Ahmet Taner Kışlalı-17.101999-Cumhuriyet-Tanrıyı Kim Kullanır?